MAKALE

Batuhan Meriçtan'dan Berlin Filarmoni Orkestrası İzlenimleri

14.05.2022


Paylaş:

Geçtiğimiz ay, kültürel amaçlarla düzenlediğim Almanya seyahatim sırasında klasik müzik dünyası için büyük önem arz eden Alman şehirlerinden birkaçını ziyaret etme fırsatım oldu. Başta Berlin ve Leipzig olmak üzere bu şehirleri görmek ve tarihten günümüze değin himaye ettikleri bu zengin kültürü birebir deneyimleyebilmek oldukça ilgi çekici, ilham verici ve keyifli bir deneyimdi. Bu seyahat sırasında birçok konsere gitme fırsatım da oldu fakat şunu çok net bir şekilde söyleyebilirim ki; bu konserler arasında, beni en derinden etkileyen ve hayatımı değiştirdiğini söyleyebileceğim yegane konser, İngiliz şef Sir John Eliot Gardiner yönetimindeki Monteverdi Korosu ve Berlin Filarmoni Orkestrası’nın gerçekleştirdiği ‘Brahms ve Mendelssohn’ konseri oldu. Dünya çapındaki en prestijli orkestralarının başında gelen Berlin Filarmoni Orkestrasını kanlı canlı dinleyebilme fırsatını yakalamak benim için inanılmaz bir mutluluktu. Bir de bunun yanına böyle güzel bir repertuvar eklenince, karşımda da böylesine değerli müzisyenler olunca tabii büyülenmemek elde değildi.

Berlin Filarmoni Binası ve Ana Konser Salonu

Berlin Filarmoni Binası 1963 yılında Alman Mimar Hans Scharoun’un izlediği organik ve fütüristik anlayış çerçevesinde tamamlandı. Scharoun’un dizaynında müzik hem fikirsel hem de fiziksel açıdan tam merkezdeydi, konser salonu binanın tam kalbine oturacak şekilde tasarlanmıştı. Bir mimar olarak Scharoun organik mimarinin temsilcilerindendi. Organik mimaride söz konusu modern yapılar doğayla bir denge ve uyum içinde tasarlanıyordu. Scharoun ise, Berlin Filarmoni Binasının formunu tasarlarken; binanın, kalbinde yaşayacak olan müzik ile bir denge ve uyum içinde olması için uğraştı. 2.500 kişiyi ağarlama kapasitesine sahip olan ana konser salonu, oditoryumun tam ortasında yer alıyor. Maksimum akustik performansı elde etmek için ideal bir eğim verilerek tasarlanan teraslar, konser salonunun doğal yapısını en iyi şekilde destekliyor.





Kendi deneyimime dayanarak şunu söyleyebilirim ki: böyle bir akustik planlamanın performans üzerinde yarattığı etki inanılmazdı ve bunu canlı olarak deneyimleyebilmek, titizlikle hazırlanmış bir akustik planlamanın ne büyük farklar yartabileceğini ve bunun bizler için ne kadar da önemli olduğunu bir kez daha farketmemi sağladı. Konser sırasında sesler ve müzik sanki sadece karşımdan değil de, olup olabilecek her köşeden bana doğru akın ediyordu. Bu suretle adeta müziğin içinde yüzüyormuş gibi hissediyordum. Olabilecek her tını çevremi kuşatıyor ve müzik beni adeta tüm bedenimle dinliyormuşumcasına himaye altına alıyordu. Kanımca bu deneyimin böylesine inanılmaz olmasının en önemli sebeplerinden birisi de olağanüstü hesaplamalarla tasarlanmış akustik planlamanın, müzik deneyimimizi tamamıyla değiştirebilme gücüne sahip olmasıdır. Bu konser salonu müzikle var olan ve seslerin dünyası için tasarlanmış harika bir yapıdır. Üst düzey titizlikle tasarlanmış oturma düzeni ise tüm bu deneyimi 2.500 kadar insana aşağı yukarı aynı kalitede hissettirerek bu olağanüstü deneyimi çok büyük topluluklara ulaştırmaktadır. Müziğin ve tüm bu kültürün böylesine titizlikle, ustalıkla ve profesyonelce korunduğunu ve yaşatıldığını görmek benim için çok ufuk açıcı bir deneyim oldu.



Konser ve Repertuvar

Kendi deneyimimle ilgili birkaç söz ettikten sonra şimdi doğrudan konserde seslendirilen repertuvar üzerine bilgiler paylaşacağım. İlk yarıda Johannes Brahms’ın, sözlerini Friedrich Hölderlin’in yazdığı bir şiiriden alan ve 3 bölümden oluşan koral-orkestral eseri ‘’Shicksalslied’’ (Kaderin Şarkısı) yer aldı. Konserin ikinci yarısında ise F. Mendelssohn’un 11 bölümden oluşan solistler, koro ve orkestra için Senfoni-Kantat formunda yazdığı eseri  ‘’Lobgesang’’ (Şükran/Övgü Şarkısı) yer aldı.
 
J. Brahms ‘Schicksalslied’ Op. 54
‘Shicksalslied, J. Brahms ve Koral Müzik’
‘Kaderin Şarkısı’

19. yüzyıla yazdığı olağanüstü senfonilerle ve etkileyici konser piyanistliğiyle damga vuran Hamburg’lu besteci: J. Brahms… Biz onu ne kadar yazdığı senfonilerin şöhretiyle ve piyanistliğiyle tanısak da kararlılığı, disiplini ve yeteneğiyle kendini dönemin en önde gelen bestecileri arasına yükselten J. Brahms’ın aslında 14 yaşına kadar olan müzik deneyimi çoğunlukla korolarda yer almasıyla şekillenmiştir. Henüz küçük bir öğrenciyken bile, küçük bir köy olan Winsen’deki yerel erkekler korosunu yönetmek kadar ona keyif veren çok az şey olmuştur. Serbest çalışan bir besteci olarak Viyana’ya taşınmadan önce, birçok farklı şehirde koro şefliği yapmış ve koral müziği fazlasıyla benimsemiştir. Özellikle de senfonik-koral tarzda müzik onun için bir hayli önem kazanmıştır. 1868’de yazdığı 'Ein Deutsches Requiem’ (Bir Alman Requiemi), ‘Shicksalslied’ (Kaderin Şarkısı) ve orkestra-koro için yazdığı diğer eserler besteci olarak atılım yapmasını hazırlamıştır. Viyana ise, koro müziği ve repertuvarı üzerine en çok deneyim kazandığı yer olmuştur.

Friedrich Hölderlin’in şiiri üzerine yazılan Shicksalslied’in sözlerinde şair, uhrevi ve dünyevi varoluş arasındaki farkları konu alıyor. Brahms bu şiiri, 1868 yılında, Schumann’ın da eski bir öğrencisi olan Albert Dietrich’in evinde kaldığı sırada, sabah çalışırken gözüne çarpan bir kitapta bulmuştur. Bu şiirden fazlasıyla etkilenmişti ve çok geçmeden ‘Shicksalslied’i yazmaya başlayacaktı. Oluşum sürecinde ilham aldığı öğelerin büyük çoğunluğunu Alman İncili Öğeleri değil, Antik klasik Dünya öğeleri oluşturuyorduı. Dietrich’in anlatısından öğrendiğimiz üzere, aynı gün bir liman şehri olan Wilhelmshafen’a yaptıkları seyahat sırasında arkadaşlarından uzakta, sessizce ve oldukça yavaş bir şekilde yürüyen Brahms; bu uzaklaştığı yürüyüşler sırasında Shicksalslied’in ilk taslaklarını yazmaya başlamıştır. Eser boyunca Brahms’ın müzikal birlikteliği korumak adına metinde yaptığı tek değişiklik: Hölderlin’in şiirindeki görece daha kısa olan ikinci kısmı zorunda kalarak tekrar etmesi olmuştur. Eserin doruk noktası, şairin de betimlemisyle güçlenen: ‘’taştan taşa - sular gibi savrulduk - seneler boyunca bilinmeyene doğru düşüp giderken’’ (Wie Wasser von Klippe-Zu Klippe geworfen-Jahrlang ins Ungewisse hinab) kısmı ikinci sefer bir ton yukarı modülasyonun etkisiyle daha fazla dramatik yoğunluk kazanarak bizleri zirveye taşımaktadır. Brahms ‘’kutsal tellere dokunan sanatçının parmakları gibi’’ (Wie die Finger der Künstlerin-Heilige Saiten) kısmında ise bir arp kullanmak yerine, yaylı çalgılara birbirinden ayrı kırık akorlar yazmıştır. Böylece arp efektini yaylı çalgılardan elde etmeyi amaçlamıştır. Orkestral postlütte, ışığın adım adım tekrardan doğuşunu betimleyen ve eserin başındakinini aksine; bu sefer Mi Bemol Majör yerine Do Majör tonunda, bir hale taşırcasına ışıklar saçarak gelen bir meleği anımsatan temadan daha güzel çok az şey vardır…

Eserin ilk seslendirilişi 18 Ekim 1871’de bestecinin kendi şefliğide Karlsruhe’de gerçekleştirildi.
Berlin Filarmoni tarafından ise ilk defa 26 Kasım 1886’da Joseph Joachim şefliğindeki Royal Academy Korosu ile seslendirilen ‘Lobgesang’, bu konserden önce ise en son Aralık 2009’da bundan 13 sene önce Rundfunkchor Berlin ile Christian Thielemann şefliğinde seslendirilmişti.



F. Mendelssohn Bartholdy ‘Lobgesang’ Op. 52
Lobgesang, Johannes Gutenberg, Matbaanın İcadı, Reform Hareketi ve Martin Luther
‘Şükran/Övgü Şarkısı’

Solistler, koro ve orkestra için Senfoni-Kantat formunda yazılan 11 bölümden oluşan eser Felix Mendelssohn tarafından İncil’den alınan sözler üzerine yazılmıştır. Eser ancak Felix Mendelssohn’un ölümünden sonra ‘Si Bemol Majör Tonunda İkinci Senfoni adıyla yayınlanabilmiştir. Bu ad ve sıralama bestecinin kendisine ait değildir. Eserin icrasında iki soprano ve bir tenordan oluşan solist kadrosu ve ayrıyeten bir de kilise orguna ihtiyaç duyulmaktadır. Bu eser Mendelssohn’un diğer senfonilerden iki kat daha uzun sürmektedir.
Aslında Felix Mendelssohn’un bu Senfonik Kantat formundaki eseri yazmasının altında; barındırdığı yoğun dini öğelerin aksine, çok seküler bir sebep yatmaktadır. Mendelssohn’un bu eseri ‘Lobgesang’ ve daha az bilinen Festgesang ‘’Gutenberg Cantata’’ adındaki eseri aslında bestecinin, Johannes Guternberg’in matbaayı buluşunun 400. yıl dönümü için Leipzig’in meşhur kilisesi Thomaskirche’de gerçekleşecek kutlamaların şerefine yazdığı eserlerdir. Ayrıca Mendelssohn, Reform Hareketinin öncüsü Martin Luther’in İncil Çevirisinin; Gutenberg’in matbaası aracılığıyla basılıp halka ulaştığının ve reform hareketini fitillediğinin farkında olarak, ‘Lobgesang’ı (yani Şükran/Övgü Şarkısını) Almanca İncil’den kısımlar üzerine bestelemiştir. Koro tarafından seslendirilen ‘Karanlığın işlerini bir kenara koyalım ve ışığın silahlarını kuşanalım…’ kısmında ise; adeta matbanın bulunuşuna, aydınlanmaya ve reform hareketine bariz bir atıfta bulunulmaktadır. Mendelssohn eser boyunca ‘meşale’ metaforunu destekleyerek, ışığıyla karanlığı aydınlatan Gutenberg’i işaret etmektedir. Bu eserde cahilliğin karanlığını aydınlatan meşale, meşalenin yaydığı umutları yeşerten ışık ve bilimin ışığında gelişen irfan, coşkuyla kutlanmaktadır.

‘’Koronun girişindeki ‘Gece artık geçti…’ öylesine uyumlu ve yerindeki adeta bu müzik için yazılmış gibiler.’’
F.Mendelssohn



Berlin Filarmoni ve ‘Lobgesang’


Berlin Filarmoni tarafından ilk defa 10 Kasım 1883’te Martin Baumer şefliğindeki Berliner Sing-Akademie ile seslendirilen ‘Lobgesang’, bu konserden önce ise en son Şubat 2002’de bundan tam 20 sene önce Claudio Abbado şefliğinde seslendirilmişti. Berlin Filarmoni tarafından 20 senedir hiç seslendirilmeyen bu eseri yerinde ve zamanında yakalayabildiğim ve bu büyüleyici konseri dinleyebildiğim için çok mutluyum. Bu fırsatı bana sağlayan Berlin Filarmoni’ye ve tüm destekleri için Serhan Bali’ye ve Andante Dergisine teşekkürlerimi sunarım.


Batuhan Meriçtan

 

BENZER HABERLER

    YORUMLAR


    Akçaağaç Sok. Görhan Apt. No: 1/1A Acıbadem Üsküdar / İSTANBUL | T: 0532 343 9328 | F: 0216 326 39 20