16.10.2022
Fransa’nın 20. yüzyılda yetiştirdiği en önemli besteci ve piyanistlerden biri olan Francis Poulenc 7 Ocak 1899 yılında doğmuştur. Zengin bir ailenin çocuğu olduğu için ailesi müzik alanında ilerlemesini istememiş, babasının işini devam ettirmesi için onu zorlamıştır. Müzik konusunda büyük ölçüde kendini geliştiren Poulenc, daha sonra Ricardo Viñes ile çalışmaya başlamış ve Eric Satie ile arkadaş olmuştur. Özellikle dini müzikleri ve bestelediği şarkılarla ünlenen Poulenc zaman zaman ağır depresyon krizleri geçirse de ömrünün sonuna kadar üretken bir besteci olmuştur. Bestelediği üç operası vardır. Bunlardan ilki yaklaşık bir saat süren Les Mamelles de Tirésias, ikincisi Dialogues des Carmélites, üçüncüsü ise tek kişilik operası La Voix humaine’dır. Sadece 64 yaşındayken geçirdiği kalp krizi neticesinde müzik dünyası için vaktinden çok önce bir kayba sebep olmuştur.
Francis Poulenc’in Dialogues des Carmelites operası Georges Bernardos’un film senaryosundan bestecisi tarafından opera librettosuna dönüştürülmüştür. Hiçbir zaman çekilmeyen filmin senaryosu da Gertrud von Le Fort’un kısa öyküsünden yaratılmıştır.
Kuzey Fransa’daki Compiègne manastırına ait Carmel rahibelerinin Fransız devrim sonrasında giyotinle öldürülmesini konu alır. Librettodaki fikirler ve cümleler oldukça derindir ve içlerinde söylenenden çok daha fazlasını barındırır.
İlk temsilini İtalyanca tercümesiyle 1957 yılında Milano’daki La Scala Operası’nda yapan eser, o tarihten itibaren büyük bir başarı elde etmiş, orijinal Fransızca versiyonu aynı yılın Haziran ayında Paris Operası’nda, Amerika prömiyeri ise İngilizce tercümesi ile yine aynı yılın Eylül ayında San Francisco’da temsil edilmiştir. Dünya prömiyerinden bir yıl sonra plağa alınan ender operalardan biri olmuştur. Giacomo Puccini operaları sonrasında en sık temsil edilen eserlerden biri olduğunu söylemek mümkündür.
New York Metropolitan Operası’nda ilk defa 1977 yılında John Dexter tarafından sahnelenen opera hala aynı etkileyici prodüksiyonla seyirci karşısına çıkmaktadır. Sahnede ışıkla yaratılan büyük bir haç çoğu zaman kilisenin içini ve koridorlarını anlatıyor. Sofitten inen bir demir parmaklıkla hapishane, bir şömine ve koltuk ile şato yaratılıyor. Bütün mekan değişimleri adeta ışık ile sağlanıyor. Bu kadar yalın dekorda bu derece büyük sonuçların elde edilmesi tıpkı eserin librettosundaki derinliğe benziyor. Stilize, zarif ve çok etkileyici bir prodüksiyon.
Blanche rolü her ne kadar soprano rolü olsa da zaman zaman mezzosoprano tarafından da söylenebilir. Fakat bu rolü söyleyecek mezzosopranoların tıpkı Frederica von Stade gibi tiz rejisterde rahat şarkı söyleyebilecek bir kolaylığa sahip olmaları gerekir. Isabel Leonard işte böyle bir sese sahip. Blanche’ın büyük değişimini hatta evrilmesini pek etkili bir geçişle sunamasa da sahne hakimiyetine sahip. Vokal olarak bir problem yaşamadan partisinin güç frazlarını rahat söylüyor. Sadece zaman zaman sesini koyulaştırmak için yaptığı suni şan pozisyonu çok hoş bir efekt olarak yansımıyor.
Madame Lidoine, eserin ilk perdesinde olmasa da diğer iki perdedeki varlığı, en zor şan partisine sahip olması ve iki büyük aryasıyla onu, eserin en önemli karakteri yapıyor. Günümüzün en önemli sopranolarından Kanadalı soprano Adrianne Pieczonka rolünü büyük bir başarıyla seslendiriyor. Hem otoriter hem de anne şefkatine sahip bir rahibe arasındaki denge gerek vokal gerekse sahnesel olarak çok başarılı. Orta tonlarını tiz ve pes tonlara hiç renk değişimi olmadan bağlaması, hem ritm hem de entonasyon olarak çok güç olan partisini çok müzikal cümlelerle söylemesi onu gecenin yıldızı yapıyor.
Belki rolünün büyüklüğü açısından dördüncü veya beşinci sırada görülen Constance, Erin Morley tarafından söylenince gecenin en önemli ikinci solisti oluyor. Günümüzün en önemli kolaratur sopranolarından biri olan Morley, son derece doğal, rahat, parlak sesi, usta şarkıcılığı ve oyununun sıcaklığı ile eşsiz bir portre çıkarıyor ortaya. Zerbinetta (Ariadne auf Naxos), Marie (La Fille du Regiment), Olympia (Les Contes d’Hoffmann) gibi güç rollerin aranan isimlerinden biri olması hiç şaşırtıcı değil.
Madame de Croissy rolünde şimdilerde karakter mezzo sopranolarına yönelen soprano Karita Mattila var. Bu rol için çok önemli olan orta tonlar her ne kadar zamana ve söylediği ağır rollere yenilmiş olsa da hala sahip olduğu ses tınısı ve olağan üstü oyunculuğu ile etkileyici bir karakter çıkarıyor ortaya.
Mere Marie rolündeki Karen Cargill, gerek sahne, gerekse de zor bestelenmiş rolüne olan hakimiyetiyle akılda kalıcı bir portre çiziyor. Fakat tıpkı Isabel Leonard gibi, suni bir koyu tını yaratmak için baş vurduğu vokal pozisyon, zaten yeteri derecede kuvvetli olan pes tonlarında armoniklerini yitirmesine ve pek de hoş olmayan bir tını duyulmasına sebep oluyor. Marquis de la Force rolündeki deneyimli sanatçı Jean-François Lapointe kısa fakat önemli rolünde oldukça başarılı fakat aynı övgüyü Chevalier de la Force rolündeki David Portillo için söylemek biraz güç. Zaman zaman Don Ottavio söylediğini düşündürecek bir vokalite ve stilde söylüyor ağabey rolünü.
Metropolitan Operası’nın yeni müzik direktörü Yannick Nézet-Séguin her zamanki gibi dinamik, müzikal nüanslarla dolu bir şekilde orkestrayı yönetirken solistleriyle de bağını asla koparmıyor ve her an onlarla beraber nefes alıyor.
Vokal olarak en başarılı olmasa da sahnesel olarak kesinlikle en etkileyici olan bu prodüksiyon kesinlikle seyredilmeli, hatta DVD olarak satışa sunulmalı.