15.06.2023
Edebiyatımızın usta kalemlerinden Yaşar Kemal’in unutulmaz eseri Binboğalar Efsanesi’nin müzikli tiyatro uyarlaması, 51. İstanbul Müzik Festivali kapsamında dünya prömiyerini yapıyor. Çukurova’da göçebe bir yörük obasının yerleşik hayata zorlanmasıyla yaşadıkları değişimi ve kimlik mücadelesini hüzünlü bir şekilde anlatan eser, Michael Ellison’ın bestesiyle müzikseverlerle buluşacak. Bu muhteşem eseri müzikal tiyatro olarak bize kazandıran Hezarfen Ensemble'ın kurucu ortağı Amerikan besteci Michael Ellison, Hezarfen Ensemble'ın kurucu ortağı, sanat yönetmeni Ulrich Mertin ve şef Can Okan ile keyifli bir söyleşi yaptık.
Öncelikle ülkemizde çağdaş müziğin yaygınlaşmasında önemli roller oynayan Hezarfen Ensemble’ın kuruluşunu sizlerden dinlemek isteriz.
Ulrich Mertin: 2009'da İstanbul'a ilk geldiğimde valizimde bir Türk çağdaş müzik topluluğu kurma fikri vardı. Ortak bir arkadaşımız, benzer düşünen insanlar olduğumuz için o sırada MIAM'da ders veren Michael ile İstanbul'da buluşmamı önermişti ve öyle de oldu, ilk buluşmamızda beş dakika sonra ortak fikir ve vizyonları paylaştığımızı anladık. Bir çağdaş müzik topluluğu kurma macerasına atılmaya karar verdik, ancak o zamanlar Türkiye'de çağdaş müzik için uygun bir altyapı neredeyse hiç yoktu, hem bu tür müziği organize etme veya dinleme konusunda çok az deneyim hem de bir o kadar da önyargı vardı, bu müzik kulağa güzel gelebilir mi, yeterince dinleyici çeker mi?
Tabii ki, sadece teknik ve müzikal olarak en üst düzeyde olan, benzer düşünen insanlardan oluşan bir grup bulursanız işe yarıyor. Müge Hendekli, Özcan Ulucan ve Amy Salsgiver gibi harika müzisyenlerin en başından beri kurucu üyeler olarak bizimle birlikte oldukları için çok şanslıydık. Yıllar içinde Ozan Tunca, Cem Önertürk, Gökhan Bağcı, Kıvanç Fındıklı, Deniz Yurdakul ve İmge Tilif aramıza katıldı ve hepsi de topluluğun felsefesine (çağdaş müziği mümkün olan en üst düzeyde gerçekleştirmek ve geliştirmek) kendilerini adadılar.
İlk konserimizi verdiğimiz Ocak 2010'dan bu yana Hezarfen Ensemble kendini ulusal ve uluslararası alanda iç kurumsal destek eksikliğine rağmen (esasında bu eksiklik nedeniyle çalışmalarımızda tamamen özgürüz) kabul ettirmeyi başardı. T.C. Kültür Bakanlığı, İTÜ, Bilkent, ERC, İKSV, Borusan, ARTER, Goethe Institut, Ernst von Siemens Musikstiftung - sadece birkaçından bahsetmek gerekirse - üniversitelerdeki eğitim projelerinden uluslararası iş birliklerine ve araştırma projelerine kadar çeşitli projeleri tasarlamamızı, finanse etmemizi ve yürütmemizi sağlayan güçlü ve ikna olmuş ortaklarımız var. Bunun için derinden minnettarız ve bu bizim performansımızı asla bırakmamamız için sonsuz bir teşviktir.

Ulrich Mertin (Fotoğraf Hasan Hüseyin Güneş)
Ülkemizde çağdaş müziğin geleceğini nasıl buluyorsunuz, topluluğunuzun geleneksel olanı çağdaş müzikle ele alması yönündeki misyonunuzdan bahseder misiniz?
Ulrich Mertin: Başından beri İstanbul Teknik Üniversitesi MİAM Müzik Bölümü'nde misafir topluluk olarak bulunuyoruz. Prova alanını ve kayıt stüdyosunu kullanmamıza izin veriliyor ve karşılığında bölümün kompozisyon öğrencileri için provalar, okumalar ve kayıt oturumlarının yanı sıra konserler ve uluslararası konferanslar içeren yıllık atölye çalışmaları düzenliyoruz. Yıllar içinde, mekânları ve organizatörleri bestecilerden daha fazla eser sipariş etmeye ikna etmeyi başardık. Çalışmalarımızın önemli bir parçası da Türk bestecileri, özellikle de genç nesli desteklemektir (örneğin Hezarfen Bilkent Akademisi ile). Hezarfen Ensemble ile çalışmak, bestecilerin besteledikleri müziğin kulağa nasıl geldiğini deneyimlemek için genellikle ilk fırsattır. Ayrıca repertuvarımıza dahil ettiğimiz eserlerle bestecilere kendilerini ve eserlerini Türkiye'de ve uluslararası alanda daha geniş kitlelere tanıtmaları için bir platform sağlıyoruz. Bu nedenle Türkiye'de çağdaş müziğin geleceği konusunda heyecanlıyım. Çünkü çağdaş müzik projeleri gerçekleştiren inisiyatif ve grupların sayısı her geçen gün artıyor, ilgi ve üretim büyüyor! Benim için Türkiye inanılmaz bir yetenek, yaratıcılıkta zengin ve çeşitli bir kültürel geçmişe sahip; tüm bunlar Türk çağdaş müziğinin yaratıcı gelişiminin devam etmesi için en iyi ön koşullar.

Michael Ellison
Michael Ellison: Elbette geleceğin müziğinin nasıl olacağıyla ilgili kehanette bulunmaya çalışmayacağım, ama bence bestecilikteki farklı yaklaşımlar, hem doğaçlama hem de doğaçlama-gibi unsurlar, teatral veya multidisipliner unsurlar kullanmak giderek daha yaygınlaşacak. Ayrıca, günümüzde çağdaş müzikte gördüğümüz çeşitlilik içindeki çoğu unsur da belirli bir olgunluğa ulaşacaktır. Geleneksel müziklerin çağdaş müzikle birlikte kullanılması sorusu gerçekten çok önemli. Çünkü biz hem besteci hem de grup olarak geleneksel müziklerle farklı bir ilişki kurmak isterken amaçlarımızdan biri de çağdaş müziğin Avrupa merkezli olduğu tanımını değiştirerek onun dünyadaki herhangi bir gelenekten beslenebilen bir müzik olduğunu göstermek. Stravinsky ve Bartok gibi 20. yüzyıl bestecilerinin ve günümüzde benim gibi bestecilerin yaptıkları arasındaki temel fark aslında çok basit, biz melodik motiflerden alıntı yapıp onları taklit etmiyoruz ama alışılmadık akort sistemleri ve ses üretimi estetiği kullanarak çalgılar ve insan sesleriyle “birlikte çalıyoruz”. Bu da beraberinde halk müziği ve makam müziğinden salt alıntı yapma ve onların akort sistemlerini kullanma (ve dolayısıyla çoğunlukla oryantalleştirme) gibi genel yaklaşımların çözüm bulamadığı birtakım problemleri ve zorlukları da beraberinde getiriyor. Hatta bazı yaklaşımlar ve en azından Batı müziği eğitimi ve klasik müzik temelli olanlar için daha da radikal zorluklar... Geleneksel müziklerle batı müziğini eş değerde gördüğümüzü ve bu müzisyenlerle çalışırken onların çalgı çalma stillerini kendi kolektif çalışmamızın içine nasıl katmaya çalıştığımızı Binboğalar Efsanesi’nde duyacaksınız. Bu müzikteki ritim ve ses; bozlak vokalleri ve bağlama çalma stilleri, tıpkı armoni, kontrpuan vb temel unsurlar kadar ve hatta kimi zaman onlardan daha da önemlidir. Tıpkı, halk müziğinin gerçek temelini oluşturan sözlü ve işitsel geleneğin -detaylı bir notasyon yerine- arka planında olanları anlamanın ve çalgıcının yorumunda özgür olabilmesinin de önemli olduğu gibi. Ayrıca kullandığımız kaynakların çok spesifik olması da -bu eserde Bozlak ve teke Yörük müziği- daha önce Türkiye’de müziğin ulusallaştırılması veya genelleştirilmesi adı altında bana göre yanlış yönlendirilmiş ve benim estetik anlayışıma pek uymayan bir sürece parmak basmakta. Son 10 yıl boyunca, mümkün olduğu kadar spesifik olmanın klişeleştirmekten ve bilgisizlikten en iyi kaçış yöntemi olduğunu düşünmeye başladım. Dolayısıyla, eğer müziğimde Teke yöresiyle alaka kuracaksam üzerime düşenin bu müziği üstünkörü bir şekilde değil, o müziğin ustalarının tarzında öğrenmek olduğunu düşünüyorum. Bu noktada ne kadar başarılı olduğumdan emin değilim, ama içinde sipsi, bağlama, kaval ve kemane hakkında bölümler ve önemli video örnekleri içeren bir kitap yazıyor olmamızın ve 2001 yılında Türkiye’de yaptığım alan çalışmaları sırasında Burdur ve Fethiye yöresine yaptığım ziyaretlerde Ramazan Güngör ve Hafız Rıza Yağız başta olmak üzere birçok müzisyenin çalışmalarını kaydetmemin yardımcı olduğunu düşünüyorum.
Müzik çalışmalarınızda kültürümüzün izleri bulunuyor. Türkiye'de hayranlıkla karşılanan çalışmalarınız, yurt dışında ilgi görüyor mu? Geleneksel ve çağdaş müziği bir araya getirdiğiniz çalışmalarınız hakkında sizde dünya ne düşünüyor?
Michael Ellison: Müzik dünyası yaptığımız şeyi birkaç farklı şekilde görüyor: Etnomüzikoloji ile bağlantısı olmayan birçok Avrupalı besteci ve müzikolog, Türkiye ve sözde 'Batılı olmayan' müzikal uygulamalar hakkında genel olarak çok naif kalıyor. Daha da ötesi, çağdaş Türk bestecilerinin özünde batılı bir üslupla yazmaları, onların tanınabilir bir 'Türk' müziği yazmalarını tercih eden birçok festival yöneticisi için anlaşılması çok zor bir kavram gibi görünüyor. Bu kişilere göre bizim yaptığımız şey ya çok 'uçuk' veya alakasız olarak görülürken, diğerleri için kesinlikle zamanımızın ruhunun kalbinde yer alan çok heyecan verici bir gelişmedir. “Kültürlerarası” kelimesi her ne kadar eleştirilebilir olsa da ve eleştirilmeliyse de; aynı zamanda şu anda dünya çapında çok önemli olan daha geniş bir olguyu tanımlıyor. Yaptığımız iş, içerdiği bütünlük ve harcanılan emek seviyesiyle uluslararası alanda ilgi görüyor. Ama bu trend'ler beni çok etkilemedi – ben her zaman bunu ve tabii ki de Binboğalar Efsanesi’ni içindeki müziklerin aşkına gerçekleştirdim. 2000 yılında kimse bunlar hakkında konuşmuyordu. Ayrıca klasik müzik ya da çağdaş müzik polisinin ne tür müziğin kabul edilebilir ya da saygıdeğer olup olmadığına dair üstü kapalı mesajlar vermesinden de oldukça rahatsızım. Bir anlamda yaratılması gereken şeyi, bu sonucu gerçekleştirmemize ve şekillendirmemize yardımcı olabilecek, birlikte çalışmak istediğimiz müzisyenlerle yaratıyoruz. Dolayısıyla Binboğalar Efsanesi'nin ortaya koyduğu tarzın 'Bozlak operası' ya da buna benzer bir şey olarak adlandırılabileceğinden oldukça eminim, ancak sahneleme, görsellik ve metin arasında oluşturduğumuz bütünlük, “opera” ile 19. yüzyıl vokal estetiğini kullandığımızı düşünen insanların yararına, daha genel olarak hâlâ “Bütün Müzik Tiyatrosu” olarak adlandırılabilir. Ancak durum böyle değil. Opera burada, söylenen müziğin teatral ve dramatik deneyimin merkezinde yer aldığı en geniş anlamıyla kullanılıyor. Benim için Monteverdi de Wagner kadar operadır (ve aslında ikisi de “drama”dır) ve şimdi bu eserle Çekiç Ali de öyle.
Michael Ellison'ın Türk kültürüne ve müziğine olan ilgisini duymak isteriz. 10 yılı aşkın süredir İstanbul’dasınız ve İstanbul’un kültür çeşitliliğini de ele aldığımızda bu şehrin dokusunun eserlerinize katkısı olduğunu söyleyebilir miyiz?
Michael Ellison: Türkiye'ye ilk kez 1997'de makam müziği eğitimi almak için geldim, yani aslında 25 yıl kadar oldu. 2000-2010 yılları arasında İstanbul'da yaşadım. 2010 aynı zamanda Uli ile Hezarfen'i kurduğumuz yıl, dolayısıyla o zamandan beri sadece gidip geliyorum. Türk makamları ve halk müziği ile ilk tanışmam 1990'larda konservatuvar yıllarımda oldu, -aslında Boston'daki küçük makam çalışma grubumuzla sanırım hala aktifler-, o zamanlar İhsan Özgen ve Niyazi Sayın ile bağlantıları olan ney sanatçısı Fred Stubbs ile birlikte Mevlevi Ayinleri icra ediyorduk. 1997'de Fulbright'a, referanslarımın bağlantıları sebebiyle Osmanlı/Türk Klasik Müziği çalışmak için başvurmuştum, fakat aslında en çok ilgimi çeken Anadolu'nun halk müziğiydi. Aynı zamanda o yıl İTÜ Konservatuvarı'nda okuyan Kürt bir arkadaşım bana Neşet Ertaş'ın yanı sıra Kürt müzikleri ve Kardeş Türküler'i de içeren muhteşem bir kaset hazırladı. Zurna-davul albümleri bulmaya Unkapanı’na gidiyordum. Bu doğru başlangıçlar için minnettarım. Ayrıca rahmetli İhsan Özgen'e, Şehvar Beşiroğlu’na (beni Erdem'le tanıştıran kişidir) ve Kani Karaca’ya. Güzel insanlarla çalışmak ve sadece müziğe olan gerçek ilgi ve sevgiden dolayı kapıların bu şekilde açılması her zaman büyük bir mutluluk olmuştur. Halk müziğine her zaman biraz daha yatkın olduğum için, sonunda Bozlak içeren bir opera yapmak bir döngüyü tamamlamak gibi geliyor, tabii ki o zamanlar bunu asla hayal edemezdim. Ve Hacı Taşan gibi kişiler o ilk yıllardan çok daha derinlere iniyor, bu yüzden kesinlikle bu müzik ve Teke müziği ya da Batı çağdaş müziği konusundaki engin deneyimlerini aktararak öğretim ve araştırma katkıları yapmış olan herkese minnettarım.
Sizin için edebiyatın ciddi bir kaynak olduğunu görüyorum. Edebi eserleri müzikle ifade etmek konusunda ne düşünüyorsunuz?
Michael Ellison: Her öteki sanat ciddi bir kaynak olabilir. Tabii edebi eserler opera formları, şarkı ve bozlak formlar için son derece önemli. Eskiden genel olarak müziğin herşeyi ifade edecek kadar yeterli derinliğe sahip olduğunu hissederdim -Can’ın Schopenhauer üzerine çalışması gibi- yani bu hayatta saf müzikten daha iyi ne olabilirdi ki? Ama 17 Ağustos 1999 depremini deneyimlemem benim için her şeyi değiştirdi. Yaylı çalgılar dörtlülerinin gerçekten dünyayı değiştirip değiştiremeyeceğini sorgulamaya başladım. Sözcükler daha fazla insanın ilişki kurabileceği bir boyut katıyor. Bu eserde de sözcükler bir ton ilham veriyor, örneğin Fatma'nın Ceren karakteri için söylediği değişken hayaller ve halüsinasyonlar şeklindeki 'Halil'in Kanı' ve 'Kara Yılan' yarı-bozlaklarını ele alabiliriz. Kelimeler yeni müzik biçimlerini çağrıştırır (bu anlamda Stefan George ve Kandinsky'nin bir asırdan daha uzun bir süre önce Schoenberg kadar atonaliteden sorumlu olduğu söylenebilir). Bir metin, elbette müzikten çok daha somut dünya meseleleriyle ilgilenebilir. Kemal gibi usta bir şiirsel romancıyı bu kadar çekici kılan, her şeyden önce benim şiire olan sevgimdir ve operanın boşlukları dolduran alt yazılarında bu olağanüstü, benzersiz şiirsel ve betimleyici düzyazı kesitlerini ekranda göreceğiz. Ancak dünyanın durumu hakkında bir şeyler söyleme ve başkalarının algılama ve ilişki kurma biçimlerini etkileme fırsatı kaçırılmayacak kadar çok önemli. Ayrıca seyircilerin metni duyduğunda ve sahnelemeyi gördüğünde Binboğalar Efsanesi'nin günümüzle ne kadar bağlantılı olduğunu anlayacağına inanıyorum - öyle olmasaydı bunu yapmazdım. Göç meselesi, hükümetlerin insanları özgürlüğe aykırı ve çevre için daha kötü şekillerde yaşamaya zorlaması fikri. Şu gibi soruları gündeme getiriyor: Ciddi bir çevresel kriz döneminde kültürü nereye doğru götürmek istiyoruz? Çoğunluğun yerleşik yaşam alışkanlığı gezegeni mahvederken neden göçü yasaklıyor ve suç sayıyoruz? Binboğalar Efsanesi belki de David Graber'in 'artık 'norm' olarak görmediğimiz göçebe kültürlerle ilgili yakın tarihte yazmış olduğu İnsanlığın Yeni Tarihi adlı kitabıyla yapıcı bir şekilde okunabilir. İnsanın dünyayı değiştirebileceğine dair naif düşüncesi, görünüşe göre Yaşar Kemal'in kendi dünya görüşünün de güçlü bir tarafıydı. Onun yaşadıklarını düşündüğünüzde, bu hayret verici, değil mi? Tecrübelerime göre, ancak yaratırken ve bir katkıda bulunurken buna gerçekten sahip olabilirsiniz – yani bu onun bir romancı, hümanist ve aktivist olarak yaratıcı yaşamından derinden tatmin olduğu anlamına geliyor. Bununla birlikte, bu çok karanlık temalı bir eser ve bu yansınamaz bir gerçek. Binboğalar Efsanesi zamanımızın ilacı gibi.
Edebiyata değinmişken Yaşar Kemal'in kalemine olan hayranlığınız hakkında biraz konuşalım isterim. Yaşar Kemal'in eserlerinin Michael Ellison'ı ve Hezarfen Ensemble'ı çeken tarafı nedir?
Michael Ellison: 'Sesi olmayanlar adına konuşuyor' olması burada çok önemli. Bir şekilde insanlığın, insanlık için sesi olmayı başarıyor. Yazdıkları da bugüne kadar Türkçe’de okuduğum en güzel ve çarpıcı bir şiirsellikte. Türkiye'deki ilk yılımda okuduğum ilk yazarlardan biriydi. Bir cümleyi zar zor bir araya getirebildiğim zamanlarda Fırat Suyu Kan Akıyor Aksana'nın ilk birkaç sayfasını okumayı başarmıştım ve bu cümleler hâlâ aklımdadır. Bu eserde ilişkilendirdiğimiz ve tanıttığımız 'kaynak' müziklerin de gezgin veya kırsal azınlıklar tarafından üretilmiş olması da önemli. Ayrıca burada Festival'in teması olan kadınların güçlendirilmesi ile güçlü ve gizli bir bağlantı olduğunu da belirtmek gerekir. Ama nedenini anlamak için operayı izlemeye gelmeniz gerekecek!
Binboğalar Efsanesi, Deniz Küstü’den sonra müziğe kazandırdığınız ikinci Yaşar Kemal kitabı oldu. Bir yazınızda Deniz Küstü'nün Türk enstrümanlarını kullanmak için iyi bir bahane olduğunu dile getirmiştiniz. Yazarın Binboğalar Efsanesi kitabı için de aynı şeyi söyleyebilir miyiz? Bu müzikal tiyatroda da Anadolu enstrümanlarının çeşitliliğini görebilecek miyiz? Sahnede bizleri neler bekliyor?
Michael Ellison: İki Yaşar Kemal operası yazmanın orijinal bir gerekçesi olarak - evet. Deniz Küstü’de kemençe ve kanun gibi İstanbul çalgılarını kullanmıştık. Binboğalar Efsanesi’nde ise farklı akort ve boyutlarda bağlamalar ve tabii ki Bozlak sesleri olacak. Yine de bu gerekçeler daha da derine gidiyor.
Ayşe Semiha Baban (Yaşar Kemal’in eşi) Yaşar’ın Alevi ve Türkmen kültürüne karşı derin sevgisini ve saygısını (kendisi Kürt olmamasına rağmen) bu kültürdeki ateşli direniş unsuruna bağlamıştır. Bu direnişi Dadaloğlu’nda, özellikle Muharrem Ertaş’ın Kalktı Göç Eyledi Avşar Elleri adlı özlü Bozlak’ında duyabiliriz. Bozlak’ı zaten çok seviyordum, ama bu parça Binboğalar Efsanesi’nde kullanmış olduğum yepyeni bozlak opera formunu ateşledi. Binboğalar Efsanesi Bozlak ve Çekiç Ali, Hačı Taşan, Muharrem Ertaş ve Neşet Ertaş’ın (şükür ki hayattayken onu dinleme ve tanıma fırsatım oldu) eserlerinden esinlenmiştir. Daha duygusal bağlamda ise Yörüklerle bağdaşmış olan Teke bölgesinin müziği üzerine şekillendirilmiştir: kadınların boğaz çalması, sipsi, kaval ve 9/16’lık ritimler. Kendimi daha fazla bu müziklere kaptırmak benim için inanılmaz zengin bir yaratıcılık dönemiydi, operanın oluşma aşamasında İngiltere’deki ofisimde her sabah saat beşte bozlak söylüyordum. Bazen kışın güneş doğmadan önce üç saat pratik yaptığım oluyordu. Binboğalar Efsanesi’nin tarzı bu yoğun çalışmadan ortaya çıktı. Sonra, Bozlak'ın serbest ritim tarzının tam tersine (ki nasıl yazılacağını bulmak için tekrar tekrar denemem gerekti) eşit derecede enerjik, çok ölçülü, ağır dozlarda sipsi ve davul içeren bir müzik bunu tamamladı. O sıralarda hip hop prodüktörü JDilla'yı ve aynı zamanda hip hop'ta 'sick beats' yapmayı da keşfediyordum ve erken modern Stravinsky'nin tarzını büyük ölçüde andıran bu ikisi operanın ölçülü yazılmış olan kısmının tonunu belirlemektedir. Kısacası, Can, Amy, Uli ve anlatıcıların görkemli bir şekilde gerçekleştirdikleri (ki gerçekten bunu yapması çok zor!), daha önce yaşamadığınız bir ritmik deneyimi garanti edebiliriz. İngilizce'de dediğimiz gibi 'in your face' ve Bozlak da 'haykırı'ları ile bundan geri kalmıyor. Operanın bazı bölümleri, dinleyicinin az önce deneyimlediği müzikal yoğunluğu içine çekmesi için nefes almasını sağlamak amacıyla, hiçbir değişiklik olmaksızın neredeyse tamamen sessizdir.
Can Okan: Evet, bu eserde Anadolu enstrümanlarına yer verilecek; iki kaval, sipsi ve tüm eser boyunca duyulacak olan bağlama yer alıyor. Bu enstrümanların Hezarfen Ensemble’ın ses bileşimi ile bir araya gelişinden, sıra dışı bir müzikal dünya ortaya çıkıyor. Ayrıca, halk müziği ile güncel modern müziğin stil farklılıklarının, eserin bestecisi Michael Ellison tarafından ustalıkla harmanlandığını düşünüyorum. Sahnede yer alan solistlerin de her iki stil farklılığını yansıtacak esneklikte olduğunu söylemeliyim.

Can Okan
Binboğalar Efsanesi, Yörüklerin zorla yerleşik yaşama nasıl geçtiğini ve bu hayal kırıklığını Yaşar Kemal'in seçtiği eşsiz kelimelerle okuyucuya ulaştı. Yaşar Kemal'in uyandırdığı hisleri müzikte yansıtmaya çalışmak konusunda neler söylemek istersiniz?
Michael Ellison: Süreç oldukça basitti. Simon romanı özümsedi ve dramatik bir yapı oluşturdu. Ben de, aslında benim için yazması daha kolay olan ama eser daha büyük yapıda içinde bozlak aryaları da içereceği için sakındığım daha tipik ve sürekli bir opera dokusu yerine daha stilistik bir ‘kesitli opera’ yapısında ısrarcı oldum. Simon ve ben bu projenin ‘Kutsal Tiyatro’ niteliğini üzerinde düşünürken (Peter Brook’un Boş Mekan adlı çalışmasına ithafen) bağlamayı merkeze aldık ve bunu nasıl bir sahneleme tarzına oturtacağımızı tartıştık. Simon'dan librettonun temel yapısını aldıktan sonra, ben ve Yasemin Kuyucaklı tarafından Türkçe metin üzerinde hummalı bir çalışma yapıldı ve bu süreçte pek çok ayrıntı değiştirildi. Esas olarak, Kemal'in kelimelerini tam olarak mani veya standart 11 heceli Bozlak formlarında değil, mümkün olduğunca bunlara yakın formlarda yeniden düzenlemem gerekiyordu ki bu gerçekten zorlayıcıydı. Beste aşamasına gelene kadar pek çok varyasyon ve yeniden yazım gerçekleştirdik. Bazı yerlerde Fatma (Aydoğan) ve Erdem (Şimsek) Bozlaklarını yaptıktan sonra prova sürecinde bunları geliştirmeye devam ettik. Neyse ki Bozlak'ta şairlerin 11'li heceden daha özgürce kullandıkları pek çok örnek var. Dinleyici bunun ne kadar başarılı olup olmadığı konusunda kendi görüşünü sunabilir, bana göre bizimkinin biraz daha serbest biçimi işe yarıyor gibi görünüyor.
Can Okan: Eserin formu, Yaşar Kemal’in eserinin zemininde yer alan bölgeyi, o toprakların atmosferini yansıtmaktadır. Kültürümüzün en önemli temsilcilerinden biri olan Yaşar Kemal’in eserlerinin müzik aracılığıyla betimlenmesini çok önemsiyorum.
Eserin bestesi kadar icrası da büyük önem taşıyor. Anlatıcıları, orkestra ve orkestra şefine kadar oldukça yetkin bir ekip tarafından sahnelenecek. Bu konudaki düşüncelerinizi rica edebilirmiyiz?
Ulrich Mertin: Benim için bu proje, son birkaç yıldaki çalışmalarımızın bir tür doruk noktası. Son operamız Deniz Küstü (2016) ile karşılaştırıldığında, bu kez tamamen farklı bir tür melez müzik yapımı mümkün, yani her müzisyenin geleneksel ve çağdaş müziği eşit derecede yeterli bir şekilde çalabilmesi. Bu da 2015 yılında başlayan ERC (European Research Council) araştırma projemiz sayesinde oldu. Can Okan ile önümüzdeki yıllarda adını sıkça duyacağımız enerjik, meraklı ve başarılı bir şefe sahip olduk. Deniz Küstü'yü de yöneten Simon Jones'un etrafındaki yönetim ekibi hem organizasyon hem de sanatsal açıdan harika bir iş çıkarıyor. Korona nedeniyle bu proje birkaç kez ertelenmek zorunda kaldı, ancak 17 Haziran 2023'te 51. İstanbul Müzik Festivali kapsamında nihayet gerçekleşecek ve bu beni çok gururlandırıyor. Muhteşem solistler, şarkıcılar, anlatıcılar ve dansçılarla birlikte, müzikal ve görsel olarak renkli bir gösteri olacak, bundan eminim.
Can Okan: Sahnede ve orkestra çukurunda birlikte çalışmaları yürüttüğümüz tüm meslektaşlarımla, prova sürecinin oldukça verimli ve keyifle geçtiğini söylemeliyim. Ellison’ın eserinin partisyonu, teknik bakımdan çok çeşitli ve uygulaması teknik ustalık gerektiren detaylarla dolu. Provalarımız boyunca bu detaylar üzerinde incelikle çalıştık ve temsillere kadar çalışmaya devam edeceğiz. Ancak, genel olarak izlenimlerin olumlu ve motivasyonla dolu olması, bize ihtiyacımız olan gücü veriyor. Bu vesileyle, Hezarfen Ensemble, Canan Özgür, Feride Büyükdenktaş, Erdem Şimşek, Fatma Aydoğan ve Deniz Güngören ile birlikte ilk kez çalışmış oldum ve kendileriyle tanışıp çalışmaktan büyük mutluluk duyduğumu ifade etmek isterim. Böylesine özel bir eserin projesinde, yorumculardan oluşan ekipte uyum çok büyük önem taşıyor ve bizim bu uyumu daha baştan yakaladığımızı düşünmekten sevinç duyuyorum.
Bestelediğiniz Binboğalar Efsanesi’ne Avrupa Birliği'nin Horizon 2020 araştırma ve yenilik programı kapsamında Avrupa Araştırma Konseyi'nden (ERC) fon verildi. Başka bir açıdan baktığımızda müziğinizi tarih ve kültür araştırmalarına yardımcı olacak bir kaynak olarak da algılayabilir miyiz?
Michael Ellison: Kesinlikle evet. Burada, yukarıda alıntılanan dört bölümden başlayarak, besteleme ile birlikte giden ve birincil amacı geleneksel bağlamlarda kullanılan enstrümanları ve sesleri mümkün olduğunca iyi anlamak olan daha genel olarak uygulanabilir birçok araştırma var. Ayrıca yazarlar olarak (tabii ki oyuncularla birlikte) bestecilerin bunlara nasıl yaklaşabileceklerine dair şablonlar ve tavsiyeler sunuyor ve nihayetinde bu özelliklerin harekete geçirilip çağdaş müziğe kazandırılabileceği yollar buluyoruz. Tüm ERC sürecimizin özünde, projede müzisyenden müzisyene verilebilecek atölye çalışmaları vardı; halk müziğinde Erdem Şimsek, Ferhat Erdem, Serkan Şener ve Uğur Önür Hezarfen'e Bozlak, Teke müziği ve Barak üzerine bir dizi yoğun atölye çalışması verdiler. Şahsen bu çalışmalardan çok şey kazandım. Dört ya da beş perküsyoncu ve bir dizi şarkıcı da dahil olmak üzere pek çok başka müzisyenle de kayıt ve röportaj yaptık. Anadolu müziğinde insan sesi her şeyin merkezindeydi, bu röportajların ve kayıtların araştırmamızın en değerli ve zorlu kısımlarından biri olduğunu söylemeliyim. Burada Ayşegül Altıok'a gerçekten teşekkür etmeliyim, atölyelerde çok genel olarak gırtlak olarak adlandırabileceğimiz süreci bizim için yavaşlattı, böylece öğrendiklerimizi daha yüksek bir içgörü ve bütünlük düzeyinde uygulayabildik. Kendisi ayrıca Anadolu'da şarkı söyleme tarzının klasik Batı müziği opera şarkıcısınınkinden temelde tam anlamıyla nasıl farklı olduğunu da gösterdi (ve kitabımızda yeniden göstermiş oldu). MİAM'daki etnomüzikologlar Robbie Beahrs ve Şirin Özgün'ün çalışmaları ve salgın sırasında çoğunlukla çevrimiçi olarak gerçekleşen çok daha küçük, az ama öz bir proje olan Transtraditional Istanbul (TTI) üzerinde iş birliği yapmaları da son derece önemliydi. Binboğalar Efsanesi aslında ERC kitabı için önemli sayıda örnek sağlıyor, bazıları hala bölüm sonlarında tamamlanmayı bekleyen noktalara eklenecek. Bu kitap 2024 yılı başında Routledge'dan çıkacak.
Hale Tetik
Türkçe çeviri: Müge Hendekli
BİNBOĞALAR EFSANESİ
17.06.2023, 14.00 & 20.00
Kadıköy Belediyesi Süreyya Operası
Konsere Doğru Konuşmaları
BİNBOĞALAR EFSANESİ
17.06.2023, 18.30-19.30
Kadıköy Belediyesi Süreyya Operası
Michael Ellison ve Evrim Akyay ile “Binboğalar Efsanesi: Romandan Sahneye”*
Moderatör, Asuman Kafaoğlu-Büke
*İngilizce