SÖYLEŞİ

Mehmet Balkan ile Fındıkkıran ve Ötesi

04.05.2024


Paylaş:

Heyecanla beklenen Fındıkkıran balesi seyircileriyle buluştu. Dans, kostüm ve dekoruyla seyircisini bir masal diyarına davet eden Fındıkkıran balesinin etkisini üzerimizden atamayacağımız aşikâr. Gözlerimizi bu büyüleyici eserden sahne arkasına çevirdiğimizde ise karşımızda ünü ülkemizi aşmış usta bir isim olan Mehmet Balkan’ı görüyoruz. Sayısız eserde başrol oynayan ve koreografisini üstlendiği eserlerde mucizeler yaratan Mehmet Balkan ile keyifli bir söyleşi yaptık. 
 
Sekiz yaşında başladığınız bale sanatında herkesin gıptayla bakacağı bir kariyere sahipsiniz. Baleye olan ilginiz nasıl başladı?  
Ben göçmen bir ailenin çocuğuyum. Ailemin yurt dışında opera, baleye ve klasik müziğe olan düşkünlüğünden olsa gerek diye düşünüyorum. Türkiye’deki ilk konservatuvar olan Cebeci Konservatuvarı'nda açılan bale sınavlarına girmem için onlar beni yönlendirdi. Tabii 8-9 yaşında ne kadar bilebilirsiniz ki, önünüzü ne kadar görebilirsiniz… Ben bir bale sanatçısı olacağım ya da bir enstrüman çalacağım… Onların hiçbiriyle ilgili bir bilgim yoktu. Yapılan sınavlarda konservatuvarı yatılı olarak kazandım. Sekiz yaşında bale bölümüne girdim. Zannediyorum 15-16 yaşındaydım Devlet Opera ve Balesi bale bölümünün hocalarının ilgisini çekmiş olmalıyım ki, beni operaya davet ettiler. İlk önce ufak solo rollerde, daha sonra da 17 yaşındayken başrol oynadım. Frederich Ashley’in Şımarık Kız’ı. Daha sonra yine uluslararası yapılan Varna yarışmasında üçüncülük kazandıktan kısa bir zaman sonra da Avrupa’ya gittim.
 
Ülkemiz dışında İngiltere, İtalya, İspanya, İsveç, Almanya, Finlandiya, Fransa, Japonya, Hollanda ve Portekiz gibi önemli ülkelerde çalışma imkânına sahip oldunuz. Farklı kültür ve sanat çevrelerinde bulunmanızın sanatınıza nasıl bir katkısı oldu?
Yurt dışında bulunduğum 34 - 35 yıl olsa gerek, oldukça renkli ve başarılı geçti diyebilirim. Japonya, Kanada, Amerika, İngiltere, Almanya, Hollanda gibi sayabileceğim birçok ülke var. Oralarda ilk önce dans ettim. Çok çalışmanın getirdiği artılar oldu, kabiliyetli olmanız ciddi bir kariyer yapmanız için yeterli olmuyor. Tabii ki dil konusu da çok önemli. İlk yaptığım işlerden bir tanesi hem Almanca hem de İngilizceyi en iyi şekilde konuşmaya çalışmak oldu. Daha sonraki süreçte Belçika Kraliyet Balesi ve Hannover Devlet Opera ve Balesi’ni en uzun süre çalıştığım topluluklardan ikisi olarak sayabilirim. Berlin ve Viyana dahil olmak üzere Avrupa’da birçok ülkenin Opera ve Bale topluluklarında dans etme şansını yakaladım.
 
Kariyerime şöyle bir katkısı oldu değişik ülkelerde çalışmamın; biliyorsunuz bale ve dans, modern, neoklasik her çeşidiyle söylüyorum, farklı koreograflarla, farklı ülkelerde, farklı coğrafyalarda, farklı kültürlerde insanlarla karşılaşıyorsunuz ve onlardan birçok şeyi öğreniyorsunuz. O da uzun vadede koreograf olarak olsun, dans eden bale sanatçısı olarak olsun sizi çok besleyen bir unsurdur. Bu konuda ben gerçekten çok şanslıyım. Ama şansımı da kendim yarattım demek isterim. Bu konuda mütevazı olamayacağım.


Fındıkkıran

Fındıkkıran balesinin sahnelenmesi ülkemizde bir geleneğe dönüşmeye başladı. Koreografisini ve rejisini üstlendiğiniz Fındıkkıran’ın ülkemizde bu kadar rağbet görmesi hakkındaki görüşlerinizi almak isteriz.
Hannover Devlet Balesi'nde Fındıkkıran balesinin başrolünü oynamıştım. Tabii oyunun içinde olduğunuz zaman birtakım şeyleri derinlemesine gözlemleyemeyebiliyorsunuz. Eserin daha sonra başka sanatçılar tarafından yorumlandığını veseyirci tarafından da nasıl algılandığını anlamak için karşı tarafa geçmek lazım. Yani bir eseri iyi anlayabilmeniz için, içinde olmanız yeterli değil kısacası. Daha sonra ben bu eseri kendime göre yorumlamak istiyorum dedim. Her ne kadar L.İvanov’dan ve M.Petipa’dan yola çıkarak yapıldığı söz konusu ise de, aslında çok yakın değil. Bu eserin koreografisini ilk defa gerçekleştiren, bu dünyaca ünlü isimlerin adımlarından değil de fikirlerinden daha fazla yararlanmaya çalıştım. E.T.A. Hoffmann’ın Kestaneci Nine diye minik bir çocuk hikâyesi var. Onu kendime baz olarak aldım. Elbette dünyanın her yerinde Fındıkkıran yapılıyor. Ben benim yaptığımın biraz daha farkındalığı olsun istedim ama müzik sizi tabii ki birçok konuda yönlendiriyor. Nedeni ise bir Fındıkkıran erkek solosunun yerini alıp radikal bir şekilde birinci perdeye koyamazsınız. Yani bir akışı devam ettirmeniz gerekiyor. Tabii burada orijinal olan İvanov’un ve Petipa’nın gerçekten dokunulmaması gereken koreografik yapısına da saygı göstererek ben kendi Fındıkkıran'ımı yaratmaya çalıştım. Dünya prömiyerim Lizbon’da 2004 yılında oldu. Mutluyum, çünkü 20 yıl sonra perde açabiliyor, seyircinin ilgisini çekiyor ve salonları doldurabiliyor. O nedenle gururluyum. Türkiye’de en son İstanbul’a son geldi. Ama ondan önce Ankara, Mersin, Antalya ve Samsun’da çok kez sergilendi. Şimdi İstanbul seyircisiyle buluşması nedeniyle, hem gördüğü ilgi hem de biliyorsunuz İstanbul benim için Türkiye’nin kültür başkenti. Orada seyirciyle buluşmasına şahit olmak gerçekten beni çok mutlu etti.


Mehmet Balkan, Büşra Ay, Çağatay Özmen


Fındıkkıran
 
Fındıkkıran sizin koreografiniz ile farklı tarihlerde defalarca sahnelendi. Yıllar geçtikçe koreografilerde bir değişiklik, eklemeler veya çıkarmalar oluyor mu? 
İlginç bir soru ve böyle bir soruyla karşılaştığım için mutluyum. 20 yıl önce sahnelendiğinden bugüne değin bu uzun Fındıkkıran yolculuğunda tabii ki her izlediğinizde daha iyiyi bulabilmek veya o gün biraz belki de aceleye gelmiş sahneleri her seferinde temizliyor ve yeniden yapıyorsunuz. Hatta sıkıcı olduğunu düşündüğüm yerleri çıkarma yoluna gittim. Bu tabii toplulukların performansı, dansçıların teknik kapasitelerinin yüksekliği de etkiliyor. O nedenle her sahnelenişinde bir değişiklik söz konusu. Bu da çıtayı daha yükseltebilmenize sebep oluyor diye düşünüyorum. Çünkü eski klasik balelerin (bu tabii benim kendi kişisel düşüncem son derece saygım var her birine, her koreografa) ama birçoğunun güncellenmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu benim kişisel düşüncem olduğu için bundan yola çıkarak da daha önce yaptığım pek çok eseri tekrar gündeme geldiğinde hep güncelleyip daha bugüne uyan, anlaşılır bir hale getirmeye çalışıyorum.


Fındıkkıran
 
Biraz da size 1994 yılında Japonya Kültür Bakanlığı tarafından “En İyi Koreografi” ödülünü kazandıran İlişkiler balesinden bahsedelim. Tolstoy romanından ustaca yorumladığınız eserin hayata geçiş hikâyesini sizden dinlemek isteriz.
Evet, İlişkiler balesi gerçekten benim hayatımda önemli bir yer tutuyor. İlk yaptığım konulu balelerin başında geliyor. Ayrıca ilk büyük balem diyebilirim. Ondan önce 90’lı yılların başında ufak düetler, üç kişilik triolar, pas de quatreler gibi bir sürü ufak koreografi çalışmalarım, deneyimlerim olmuştu. Belçika Kraliyet Balesi'nde dünyaca ünlü Valery Panov’un başkoreograflığı altında çalıştığım yıllarda beni etkileyen çok önemli eserlerde hem rol aldım, hem de aynı zamanda, zaman zaman Valery Panov’un asistanlığını yaptım. O dönemde Üç Kız Kardeş adlı bir bale yapmıştı sayın Panov. O beni çok etkilemişti. Piyanoda dünyaca ünlü piyanist Ashkenazi’nin eşliği ile hayata geçmişti. 8-10 kişiden oluşan müthiş bir hikâyeyi çok yakın bir şekilde dillendiriyordu ve sonunu drama ile bitiyordu. Bu beni gerçekten çok etkilemişti. Daha sonraki yıllarda acaba ben bunu veya buna benzer bir baleyi hayata geçirirsem ne yapmalıyım, neler yapmalıyım diye düşündüm. Gerçekten büyük bir Rahmaninov hayranıyımdır ben. Ve Rahmaninov’un müziklerini dinlerken zaman zaman “A, bak şuna şunu yapabilirim, ilk önce hikâyeyi bulmam lazım, ilk önce bir libretto bulmam lazım, onun üzerine çalışmam lazım” diye düşünürdüm. Dediğim gibi 1994 yılına gelirken artık böyle bir perdelik, konulu, seyircinin ilgisini çekeceğini düşündüğüm bir drama sahneye koymaya çalıştım. Aslında Valery Panov’un yaptığı Üç Kız Kardeş (Three Sisters) balesiyle uzaktan yakından bir alakası yok. Ama ana hatlarında beni etkilediği çok yer var. Yani komedi olsun, drama olsun… Sonra onu hayata geçirdikten sonra ilk Hannover Devlet Balesi tarafından sahnelendi. O dönemde Japonya’da koreografi - koreograf yarışmaları söz konusuydu. Ben ufak bir klibini gönderdim. Kabul gördü. Sonra Hannover Devlet Balesi'nin sponsorluğunda Japonya’ya gittik. Zannederim ki 25-30 (uzun yıllar geçti tam olarak hatırlayamıyorum) eser yarıştı. Tokyo’da oldu bu olay. Ve birincilik ödülüne layık görüldü. Bu beni hem çok mutlu etti hem de bana farklı bir motivasyon getirdi. Ondan sonra ilk önce klasiklerden yola çıkarak başta Uyuyan Güzel olmak üzere birçok balenin, bunun içinde Kuğu Gölü var, Giselle var, kendi yorumlarımla sahneye taşımaya çalıştım. Yani, İlişkiler balesi hayatımda çok önemli bir yer tutuyor ve çok sevdiğim balelerden bir tanesi. Uzun zamandır sahnelenmedi, tekrar gündeme gelse herhalde onda da büyük ve radikal değişimler yaparım diye düşünüyorum.


Zeynep Güçoğlu, Can Bezirganoğlu (Fındıkkıran)


Mehmet Nuri Arkan (Fındıkkıran)
 
1982 yılında Almanya’nın En Ünlü Yüz Kişisi olarak seçilirken, 2001 yılında Dance Europe dergisinde “Yılın En İyi 10 Bale Direktörü” listesinde yer aldınızçalışma disiplininizden bahsedebilir misiniz?
Bu ödüllere layık görüldüğüm için kendimi hem çok şanslı hem de gururlu ve mutlu hissediyorum. Şimdi burada tabii Hannover Devlet Balesi’ne direktör olmamla başlayan bir yolculuk bu. Biliyorsunuz, bale sanatı çok kısa ömürlü bir sanatve internasyonal bir bahçesi var. Ben mümkün olduğunca yeni bir topluluk oluşturmaya çalıştım. Çünkü Hannover Devlet Balesi oldukça yorgun, yaş ortalaması 35’in üzerinde olan bir ekipti. O günün genel menajeri yani operanın genel müdürü artık bir yenilik yapma zamanı geldiği fikrini benimle paylaştı. Yeni bir topluluk kurmamı, yeni bir repertuvar ve yeni dansçılarla yola devam etmemizi önerdi. Zaten başka da çaremiz yoktu. Dediğim gibi yaş ortalaması 35-40’lara dayanmıştı. Biz, Hannover’da sıfırdan yeni bir topluluk oluşturduk. 42 kişilik bir sayısı vardı ve 42'si de her biri birbirinden değerli dansçılardan oluşan bir topluluktu. Dünya repertuvarında gerçekten çok önemli ve değerli koreografları Hannover’a davet ettim. Bunların başında George Balanchine’in Serenad’ını yaptık. Bu çok önemli bir eserdir. Öyle her topluluğun da oynaması mümkün değildir. Balanchine Vakfı da izin vermez. Yine William Forsythe’ın The Vertiginous Thrill of Exactitude, bu eser de Londra Kraliyet Balesi ve Paris Operası’nda büyük topluluklar tarafından sergilenen eserlerdi. Ben kendim de koreografi yapmaya devam ettim, toplulukta ve 1-2 yıl içerisinde Avrupa’da çok ses getiren, parlayan bir bale topluluğu ortaya çıktı. Sanıyorum ki bu nedenle en önemli 100 kişi, işte Dance Europe’un en başarılı beş koreograftan biri gibi konularda beni Dance Magazine içinde bu beş kişiden biri seçti. Bunlardan birisi de, Royal Bale’nin direktörü Anthony Dowell… Bu da çok gurur verici bir şey. Bir diğeri Vladimir Malakhov’du. Yani dünyaca ünlü isimlerin içinde olmak, gerçekten beni mutlu etmiştir. Diğeri ise ilginç, buna benzer, paralel. Hannover’dan sonra Portekiz Devlet Balesi'nin direktörü oldum. Orada da buna benzer bir olay oldu, belki de benim kaderim bu, bilmiyorum. Orada da topluluğun yenilenmesiyle ilgili Kültür Bakanlığının önerisi oldu. Bana ait, benim çalışabileceğim bir binayı tahsis ettiler. Yani opera çatısı altından çıktık, sadece Portekiz Devlet Balesi adı altında çalışmaya başladık. O da 1-2 yıl içerisinde gerçekten bir sürü dünya yıldızının yani, Alina Cojocaru’dan Carlos Acosta’ ya kadar büyük starların bizimle gelip benim sahnelediğim eserlerde, veyahut Nacho Duato, Mauro Bigonzetti yine bunlar dünya starı koreografların da bizim repertuvarımızda yer alması. Yine dünya starlarının bizim bu repertuvarların içinde misafir sanatçı olarak yer alması. Portekiz Devlet Balesi’nin Çin’ den Japonya’ya sayamayacağım kadar birçok ülkeye turne yapıp, ülkesini en iyi şekilde tanıttığı için olsa gerek; Dance Europe beni bir kez daha bu ünlü directörlerin içerisinde seçti. Tabii bu benim için son derece gurur verici bir şey. Avrupa’da onlarca yüzlerce topluluk var. Yani, çok oturmuş geçmişi 100 küsur seneyi bulan topluluklar var. Onların başında direktörler, koreograflar var. Onların içinde ilk 10’a girmek, ilk 5’e girmek gerçekten kolay değil. Ama benim mottom her zaman çalış çalış çalış… En iyisini yapmaya çalış. Her zaman kendini güncelle. Tabii ki geçmişi olmayan toplumların, geleceği olamaz. Tabii ki geçmişle bağlantımı kopartmadan ama geleceğe doğru yürümek benim en önemli yaptığım işlerden diyebilirim.


Büşra Ay, Çağatay Özmen (Fındıkkıran)


Ayça İnal (Fındıkkıran)
 
Dünyaca ünlü bir balet ve koreograf olarak bale sanatının ülkemizdeki gelişimine nasıl bakıyorsunuz? Sizce bale ülkemizde yeterli ilgiyi görüyor mu?
Ben kendimi hiçbir zaman dünyaca ünlü bir koreograf olarak görmedim. Evet, birçok ülkede eserlerim sergilendi. Birçok ülkenin dansçılarıyla çalıştım. Çok geniş bir çevrem var. Bununla da yine mutluluk ve gurur duyuyorum. Ama yani öyle dünyaca ünlü değil, Avrupa’da ve Dünya’da tanınan bir direktör bir koreograf olarak tanımlanabilir.
 
Bale ülkemizde yeterli ilgiyi görüyor mu? Güzel bir soru… Bence görüyor. Fakat son 15-20 yıldır sadece Türkiye’de değil dünyada ciddi ekonomik krizin, tabii ki dünyanın bu hızlı değişimine ayak uydurmak pek kolay değil. Çünkü konu bale ise, opera için aynı şeyi söyleyemeyeceğim, çok kısa ömürlü bir sanat dalı. Çok fazla çalışmayı gerektiren bir sanat dalı. Konservatuvarda yeni yapılanmaların hayata geçirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Sadece hocalardan değil, ailelerin çocuğunu konservatuvara baleye vermesiyle ilgili çok özel nedenler olmalı. Çünkü dediğim gibi 35-40 yaş normal bir insan için daha yolun başı. Ama bizde yolun sonu, yani sanatımızda yolun sonu oluyor ve yeterli finans olarak bu kadar emeğin karşılığı olan kaşeyi de alamıyorsunuz. Sadece suyun yüzeyinde kalabileceğiniz paralar kazanıyorsunuz. Bale sanatçısının kendine göre bir özel beslenmesi var, dinlenmesi gerekiyor, çok fazla detayı olan bir konu, böyle bir iki kelimeyle ifade etmek zor. Ama bugün Türkiye’de (Devlet Opera ve Balesi’ne bağlı) altı ayrı bale topluluğu var. Her biriyle ayrı, ayrı çalıştığım için söyleyebilirim. Her birinin çok ciddi talepkâr seyircileri var. Bu tabii son derece mutluluk verici bir şey. Ama konservatuvardan yeteri kadar beslenemiyoruz. Bununla ilgili de yeni göreve gelen sevgili Tan Sağtürk Genel Müdürümüz ciddi bir adım attı. Örneğin Royal Opera House’da çalışan bale topluluğunun yüzde 50’si,belki daha fazlası yabancılardan oluşuyor. Daha önce dünyaca ünlü Paris Operası, Paris Balesi hiçbir yabancıyı bünyesinde çalıştırmazken bugün artık onlar da yabancılarla çalışıyor. Şimdi mesela İspanyollar, Japonlar, Ruslar bu konuya konservatuvara ve daha sonraki yıllarda operalara geçen dansçılara verdikleri eğitimler gerçekten çok ciddi. İlgi bazında bakarsanız yine Royal Opera House’a bilet bulamazsınız. Yani çok zordur. Aylarca önce satılır. Paris, Berlin aynı şekilde. Stuttgart aynı şekilde. Ama bugünün gençliği çok fazla, yani Avrupa’dan bahsediyorum, bale sanatına çok fazla ilgi göstermiyor. Göstermiyor derken yani gidip konservatuvara gidip, eğitim alıp bale sanatçısı olmak istemiyor. Çok meşakkatli, çok zor bir meslek dalı. Dediğim gibi, ama dünyayı öte yandan besleyen İspanyollar, Japonlar, Ruslar. Bu konuda gerçekten at başı önden gidiyorlar ve her gittiğiniz dans topluluğunda Japon, İspanyol, Rus farklı ülkelerin sanatçılarıyla karşılaşıyorsunuz. Son yıllarda yine çok popüler olan Kübalı sanatçılar. Onlar da tam bir fabrika. Harika dansçılar yetiştiriyorlar. Tan Sağtürk dostumuz, uzun yıllar hep bunun sohbetini yapardık, gerçekten çok büyük bir adım attı. Bu da tabii bize farklı bir motivasyon getiriyor. Yani çok karma bir şey. Bale sanatının diğer sanatlara göre (opera ve baleden bahsediyorum) bizde sürekli bir sikülasyon var. Yani Figaro’nun Düğünü diyelim, hatları bellidir ve üzerine yapılan rejilerin de çok büyük bir farklılığı yok. En azından Türkiye’de yok. Ama balede öyle değil. Biz dünya sanatçılarından dünyanın çeşitli yerlerinden gelen sanatçılarla aynı çatı altında çalışmaya devam edersek teknik olarak da vizyon olarak da daha ileri gideceğiz diye düşünüyorum. Çünkü diğer ülkelerde bunun örneğini çok net bir şekilde gördük. Bu yüzden mutluyum. Ama yine de bizim kendi sanatçılarımızı yetiştirmemiz gerektiğini de düşünüyorum. Bu nedenle, konservatuvarın Milli Eğitim Bakanlığı ve Kültür Bakanlığı’nın ortak çalışmalar yapması gerektiğine inanıyorum ki Tan Bey bu konuyla ilgili de girişimlerde bulundu. Gerçekten Türk Devlet Balesi’nin çok önemli sanatçılarından biri ve çok geniş bir çevrede tanınıyor ve başarılı bir sanatçı. Kendisinin Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürü olmasında baleye apayrı vizyon getireceğine inanıyorum ki, kaldı ki çok kısa bir süre içinde çok önemli işler yaptı. Bunun da böyle gideceğini de düşünüyorum. Tabii bu sadece bale için demiyorum. Kendisi bale sanatçısı olması nedeniyle balenin sorunlarını çok yakından bilmesi nedeniyle büyük adımlar atıyor. Bu tabii opera ve orkestra için de aynı şey olacaktır. O yüzden ben çok mutluyum. Bununla da ilgili biraz önce de dediğim gibi Milli Eğitim Bakanlığı ve Kültür Bakanlığı’nın birlikte çalışmalarından yola çıkarak konservatuvarlarda ciddi bir revizyon yapılacaktır diye umut ediyorum.


Merve Topaldemir (Fındıkkıran)

Koreografi oluştururken ilham aldığınız kaynakları öğrenebilir miyiz? 
Koreografi oluştururken benim en büyük elementim insan, doğa ve müzik. Bunlar beni besleyen en büyük faktörler. Çevremizde yaşanan daha önce yaşanmış, örnek alıp kendimize ders çıkarmamız gereken hikâyeler. Biliyorsunuz bir sözvardır artık klişedir “Sanatçılar topluma ışık tutan insanlardır”. O nedenle geleceğe dönük özgün koreografiler yapılması, ama benim dediğim gibi üç tane; müzik, doğa ve insan öğesi benim çalışmalarımı son derece etkiliyor ve ben o çizgi üzerinden yürüyorum.


Fındıkkıran
 
Daima üreten bir kimliğe sahip olduğunuzu biliyoruz. Önümüzdeki dönemler için yeni projeleriniz olacak mı?
Yeni projeler var. Ama birçok ögenin yan yana gelmesi gerekiyor. Takriben aslında 1,5-2 yıldır çeşitli nedenlerden dolayı kesintiye uğrayan bir çalışmam var. Onu burada açıklamasam daha iyi olacak diye düşünüyorum. Umut ederim önümüzdeki sonbaharda yeni bir projeyle seyirciyle buluşmayı planlıyorum. Tabii bunun için de, dediğim gibi bunun için de pek çok şeyin yan yana gelmesi gerekiyor. Onun için de çaba gösteriyoruz. Üretmeden durmak çok zor. Ben ürettiğim süre içerisinde mutluyum, nefes alıyorum. Hiçbir zaman bale sanatı dışında ne bir mesleğim oldu, ne bir hobim oldu. Benim tek nefes aldığım, mutlu olduğum Allah sağlık verdikçe de yapmaya çalışacağım bale ve dans… 


Büşra Ay, Çağatay Özmen (Fındıkkıran)
 
Sizin yolunuzdan gitmek isteyen genç yeteneklere neler önerirsiniz?
Her şeyden önce sağlam bir eğitim almak için çok çalışmaları gerektiğini düşünüyorum. Geleceğin bale sanatçılarına mutlaka çok yönlü çalışmalarını, sadece klasik değil, neoklasik, modern konusunda da kendilerini geliştirmelerini öneriyorum. Mutlaka dil öğrenmeliler. Bugün internet çağında İngiltere’de dansla ilgili bir yazıyı ancak yabancı dille çözüp kendilerini geliştirebilirler diye düşünüyorum. Mutlaka fırsat bulduklarında yurt dışına gitmelerini öneririm. Orada da workshoplar başta olmak üzere, gidip bir opera da bir eser seyretmenin bile kendilerine büyük katkıları olacaktır. Napolyon’un dediğini ben farklı bir şekilde söyleyeyim: Çalışmak, çok çalışmak, çok çok çalışmak. Tek, tek yol ve kalbinizi bu işe koyarak…
 

BENZER HABERLER


    Akçaağaç Sok. Görhan Apt. No: 1/1A Acıbadem Üsküdar / İSTANBUL | T: 0532 343 9328 | F: 0216 326 39 20