01.06.2024
Dün akşam Lütfi Kırdar Kongre Merkezinde dinleyenleri iki saatliğine de olsa tanımlanamayan harikulâde bir âleme götüren benzersiz bir Beethoven akşamı yaşandı. 'Yaşayan efsane', Portekizli piyanist Maria Joao Pires’in İstanbullular (daha doğrusu festival müdavimleri) tarafından ne kadar çok sevildiğini, daha sahneye gelirken aldığı yoğun tezahürattan anlamamak mümkün değildi. Pires, kendisine eşlik eden Luzern Festivali Yaylıları (Lucerne Festival Strings) eşliğinde Beethoven’in 3. Piyano Konçertosunu yorumladı. 20. Yüzyılın ortasından ikinci yarısına uzanan süreçte Kempff, Backhaus, Serkin, Arrau, Richter, Gilels gibi, sonraki jenerasyonlar için de referans teşkil eden efsanevi piyanistlerin entelektüelliği, kadifemsi tuşesi ve Beethoven’in kusursuz mimari yapısına riayet ederek ortaya koydukları unutulmaz yorumların bir reenkarnasyonu gibiydi Pires’in yorumu.
Tül gibi ve son derece kontrollü bir tuşeyle, orkestrayla mükemmel bir uyum sağlayarak, kendisini hiçbir zaman öne atmadan, gereksiz hiçbir ‘şov’a girmeden, piyano başında dikkat dağıtıcı fiziksel eylemlere kalkışmadan, Beethoven’le aşık atmaya falan kalkmadan, yani tam da olması gerektiği gibi, bizleri Beethoven’in eşsiz dehasıyla baş başa bırakmayı amaçlayan, egodan arınmış, kusursuz bir yoruma şahit olmanın mutluluğu ve hazzını yaşadık. Yarın akşam da aynı ekiple KKL Luzern’de konsere çıkacağı için, dün akşam konserden hemen sonra, dinleyicileri de kulise kabul etmeden binayı terk etmek zorunda kaldı Pires (İnanılmaz ama 79 yaşında gerekli olup olmadığı tartışılabilir bir tempo). Ama icra sonrası o kadar büyük bir tezahürat oldu ki Beethoven’in Patetik Sonatından ağır bölümünün yine muhteşem bir yorumunu bizlere hediye olarak bırakıp uçuverdi büyük Pires.
Konçertonun ardından Beethoven’in konser sahnelerinde fazla dinleme olanağı bulamadığımız Pastoral Senfonisini dinledik. Lucerne Festival Strings Beethoven’in Viyana’da yaşadığı dönemde hemen hemen çalışmaya alışkın olduğu sayıda müzisyenden oluşan bir ekiple seslendirdi eseri. Bazı dinleyiciler günümüzde 70-80 kişilik modern senfoni orkestralarından dinlemeye alışkın oldukları için Lucerne Festival Strings’in ürettiği sonoriteyi (ses yoğunluğu) garipsemiş olabilirler ama ortaya aslında günümüzün modern anlayışıyla da başarıyla harmanlanmış gayet güzel bir tını ve yorum çıktı. Harmanlanmış derken neyi kastettiğimi tekrar yazayım. Yüzde yüz ‘otantik’ bir icra değildi dün akşamki. Örneğin yaylılar bağırsak tellerle çalmıyordu, üflemeliler metal alaşımlıydı tamamen tahtadan mamul değildi, timpani yeniydi, dinamik aralıkları otantik gruplardan dinlemeye alışkın olduğumuz keskinlikte değildi vs vs…
Zaten topluluk otantik olma iddiasında değil, son çeyrek yüzyıldır iyice oturan bir anlayışı temsil ediyordu: Eski yorum anlayışıyla yeni yorum anlayışını birleştiren, modern enstrümanlarla barok-klasik-erken romantik dönemlerin çalma usul ve tekniklerini bir araya getiren, yani ne ‘militan otantikçi’ bir anlayış, ne de geç Romantiklere uygulanan bol vibratolu, şeker şurup bir yorum anlayışı… Baştan sona kadifemsi bir tını, eserin programlı içeriğini tam anlamıyla yansıtan duygu değişimleri, hepsi de virtüoz enstrümancılardan oluşan mükemmel bir topluluk. Korno grubunun kusursuzluğu özellikle beni benden aldı. Hele başkemancı Daniel Dodds’un jestist yönetimine ne demeli… Kontrolü ve disiplini konserin başından sonuna dek bir an elden bırakmayan, 10 yıldır orkestrasının başında olan Dodds’un varlığı kuşkusuz orkestrayı bugünkü mükemmelliğine taşımış. Orkestranın konserin başında, son derece atmosferik bir icrayla sunduğu Fransız besteci Arthur Honegger'in 'Yaz Pastorali' (Pastorale d'été, H 31) adlı eseri hem konserin geri kalanıyla içerik bakımından uyumu hem de salondaki çoğu dinleyicinin belki de daha önce hiç duymadığı bir eser olması bakımından bence yerinde bir tercihti. Son olarak, yaşı hayli büyük bir topluluk olan, dünyanın sayılı festivallerinden Luzern Festivaliyle bağlantılı olarak kurulan Lucerne Festival Strings'in geçmişte DG’den günümüzde Sony’ye ve özellikle tarihi kayıtlarıyla arada Audite firmasına da uzanan seçkin diskografisine mutlaka bir göz atın derim.
Dün akşam sahnedeki mükemmellik abidelerini dinlediğim sırada şunu da düşündüm: Müzisyenlerin sahnede İstanbullular önünde bu kadar mutlu, coşkulu, motive biçimde çalmaları hiç şüphe yok ki onların yüksek sanatçılık değerlerine, işlerini en üst düzeyde yapan, mesleklerine saygı ve tutkuyla bağlı müzik profesyonelleri olmalarına, repertuvara mükemmelen hâkim olmalarına, maddi sıkıntı çekmemelerine vs. yorulabilir elbette amaaaa.... Efruz Çakırkaya liderliğindeki İstanbul Müzik Festivali ekibinin yıllara dayanan profesyonelliğine, bu ülkedeki her türden olumsuzluğa rağmen işini tutku ve motivasyonla yapmasına, sanatçılarını her anlamda mutlu, mesut eden tavrına, eskilerin deyişiyle misafirlerinin karınlarını tok, sırtlarını pek halde tutmasına da şapka çıkartmamız gerekir diye düşünüyorum, ne dersiniz?
Serhan Bali