07.09.2024
Il Trovatore nefret üzerine gelişen bir operadır. Öyle bir nefret ki, eserdeki olayların başlamasından yıllar önce ortaya çıkmıştır. İlk ve ikinci perdenin başında bu nefretin değişik yönleri uzun monologlarla anlatılır.
Il Trovatore’nin kurgusu Verdi’nin ilk dönem eserlerinin kurgusundan farklı değildir. Karakterler ve ortam Ernani’ye benzer. Her dört perdenin de olayları zihnimizde canlandırabileceğimiz isimleri vardır. (Düello, Çingene, Çingene’nin Oğlu, İdam) her bir perde iki sahneye bölünmüştür. Bu eserde de sıkça rastlanan soprano, tenor, bariton üçgeni vardır.
Verdi, Il Trovatore hakkında, Piave ile 1849 yılında konuşmuştur. Fakat Piave, Rigoletto ile meşgul olduğundan başka bir görev kabul etmemiş, bu sebeple Verdi, eski arkadaşı ve Lucia di Lammermoor’un librettisti Cammarano’ya baş vurmuştur. Libretto yavaş ilerlemiş, ortaya çıkan sonuç ise sıradan olmuştur. Temmuz 1852’de Cammarano ölünce, üçüncü perdenin tümünü ve dördüncü perdenin büyük bir bölümünü Cammarano’nun arkadaşı ve meslektaşı Emanuele Bardare tamamlamıştır. Elde olan metinde hiçbir değişiklik yapılmamış ve librettoda adının Cammarano ile yazılmasını veya kendi adından bahsedilmesini istememiştir.
Francesco Maria Piave (1810-1976)
Il Trovatore, Luigi Morgari
El Trovador çok geniş ve tarihi bir eserdir. Kaynağını sayısız İspanyol sivil savaşlarının birinden alır. Birçok karmaşık yan konu ve olayla bezenmiş bu hikâyeyi operaya uyarlayabilmek için olayın içindeki politik yön çıkartılmıştır. Sonuçta kahramanların hareketleri eserin politik yönü olmadan zor anlaşılır olmuş ve operada, sebepten çok rastlantılar yer almıştır.
Verdi, Cammarano’ya yazdığı mektupta şöyle diyor: “İstediğim ve sana önerdiğim konu El Trovador. Guierrez’in bir İspanyol dramı. Bence çok güzel, dahice ve kuvvetli olaylarla dolu. İki tane kadın rolü olsun istiyorum. Asıl kadın bir çingene, çok özel karakterli biri.”
Salvadore Cammarano (1801-1852)
Verdi, librettisti Salvatore Cammarano’ya yazdığı bir diğer mektubunda da Azucena karakteri için “yeni ve garip” diye konuşur. Onu yöneten iki ihtirastan, anne sevgisi ve evlat sevgisinden bahseder. Bu ihtiraslar, intikam, aşk, nefret, hırs, vatanperverlik gibi sıradan opera ihtirasları değildir. Olayın farkında olan Verdi, tıpkı Rigoletto’da olduğu gibi yeni bir dramatik sınıra doğru ilerler. Cammarano’nun orijinal librettosunda Azucena için bir çıldırma sahnesi vardır. Verdi hemen karşı çıkar: “Azucena’yı deli zannetme. Yorgunluktan, acıdan, korkudan, uykusuzluktan bitkin, net bir şekilde konuşamıyor. Zihni bulanık. Fakat deli değil.” Sıradan bir besteci kuşkusuz eserin sonunda bir çıldırma sahnesini hoş karşılardı. Fakat Verdi hiçbir zaman bu tür sahneler kullanmadı. (Sadece Nabucco’da önemli ve etkili bir çıldırma sahnesi vardır.) bulunduğu konumda Verdi, bu tür fikirlerden çok uzaktı. Azucena büyük boyutlarda ele alındı. Aynı zamanda da son derece sağlam ve derin bir insani boyutta değerlendirildi.
Verdi için, Azucena eserin ana kahramanıydı. Operasına La Zingara (Çingene) veya La Vendetta (İntikam) ismini vermeyi düşünmüştü. Cammarano, librettoyu yazmaya başlamadan önce, Verdi tarafından kaleme alınmış bir konu taslağı vardı. Bu taslakta, Azucena temel kahraman ve intikamı da eserin asıl konusuydu. Manrico’nun ölümcül bir tuzağa düşmesi için Kont’un kendisini yakalamasına bilerek izin veriyordu. Bu, bizim şu anda bildiğimiz finale benzese de anlamı oldukça değişmiştir. Verdi bu temayı, eserin sonundaki birkaç cümleyle, olanca gücüyle ortaya çıkartır. Aslında Azucena hem annesinin intikamını almak hem de görmekten yorulduğu hayallere bir son vermek için Kont’a gerçeği ancak Manrico öldükten sonra haber verir.
Her ne kadar Azucena’nın karakteri istenen ölçüde ortaya çıkmadıysa da Verdi’nin neden böyle bir konu seçtiği anlaşılabilir. Bir önceki eseri Rigoletto’dur. Rigoletto, fiziksel olarak sakat, asiller tarafından sadece onları güldürdüğü için aralarında bulunmasına izin verilen ve içinde hem babalık hem de intikam ateşi yanan bir karakterdir. Azucena ise onun dişi halidir. Toplumdan dışlanmıştır ve Verdi’nin dediği gibi hayatına anne ve oğul tutkusu yön verir. Ayrıca, Rigoletto’da yeni tutkusu olan bariton sesini geliştirmeyi planlamışken, Il Trovatore’de mezzo-soprano sesini geliştirmeyi hedeflemiştir.
Eserin bestelenmesi döneminde anne Luigia Verdi hayata gözlerini yummuştur. Verdi’nin annesine duyduğu sevgiyi, Manrico ve Azucena’nın düetlerinde hissetmek mümkündür. Operasını çok hüzünlü ve çok fazla karakterin öldüğü yolunda eleştirenlere “hayattaki her şey ölümdür” cevabını vermiştir.
Luna Kontu, Verdi’nin önemli bariton rolleri içinde en canlı olanıdır. Ne Macbeth veya Iago gibi tümüyle bir hain, ne de Rigoletto veya Amonasro gibi talihin bir kurbanıdır. Karakterinde her iki yönü de barındırır. Eserin en sonunda Azucena’nın söylediği sözlere bir anda inanması mantıksız görünebilir. Fakat Kont’da tıpkı diğerleri gibi olayın içinde birebir bulunmaz. Il Trovatore’nin konusu, sürekli olarak geçmişe dönüktür. Eserin başındaki davullar bile geçmişten gelen bir yankı gibidir. Olayların çoğu sahne üzerinde gerçekleşmez, sadece anlatılır. Bu durum, hiçbir karakterin net bir yönünü ortaya koymayan sürreel bir atmosfer yaratır.
Ferrando’nun anlattığı hikâyeden hemen bir eşleşme zinciri başlar. Azucena annesiyle, Kont babasıyla, Manrico ise ölen kardeşiyle birleşir. Sahnede bir çeşit bu dünya ve öbür dünya arası gel gitler başlar.
Sadece Leonora diğerlerinden ayrılır. Geçmişe ait bilinen hiçbir bağı yoktur ve tüm karakterlere hareket veren odur. Son andaki intiharına kadar aktif olarak hiçbir rolü yoktur, olayların içinde bir çeşit katalisttir.
Manrico kostümünün taslağı, Alfredo Edel Colorno, 1883
Apollo Tiyatrosu ne yazık ki bugün yerinde durmamaktadır. Geçen yüzyılın başında Tiber Nehri’nin taşmasından şehri korumak için set yapılması amacıyla yıkılmıştır. 1853’deki meşhur açılış gecesinden önce de böyle bir sel tiyatro civarını etkisi altına almıştı. Dinleyiciler bu engelden yılmayıp su ve çamur içinde ilerleyerek tiyatrodaki yerlerini aldı. Opera kapalı gişe oynadı ve büyük bir başarı elde etti. Basın da toplumun coşkun tezahüratına katıldı. Bir yazar “Besteci yeni bir stilde müzik bestelemiş, Kastilya ezgileriyle dolup taşan bir müzik. Dinleyiciler her bir bölümü adeta dinsel bir sessizlik içinde dinlediler ve her bir arada güçlü bir şekilde alkışladılar. Üçüncü perdenin sonu ve dördüncü perdenin tümü öylesine büyük bir coşkuyla karşılandı ki, bu bölümlerin tekrarı istendi.”
Il Trovatore’de özellikle bir sahne 1853 seyircisi üzerinde büyük bir etki yarattı. Son perdenin açılışında Leonora sahnede yalnızdır. Manrico ve rahipler korosu görünmez, sadece sesleri duyulur. Bu sahneye o kadar alışkınız ki, kurulumundaki gücü unutuyoruz. Duyduğumuz dramı hatırlamak için kendimizi zorlamalıyız. Leonora, Manrico’yu duyabilir fakat Manrico onu duyamaz. Bizim stereo etkisi dediğimiz şey gücünü gösterir. Bizler şimdi modern aletler sayesinde, Verdi’nin aklına bile gelmeyen mekanik efektler üretebiliriz. Verdi sahneyi genişletme fikrini çok severdi. Il Trovatoreboyunca karakterlerin sesleri, onlar görünmeden duyulur, korolar sahne gerisinden başlar veya biter.
Giuseppe Verdi, 1879, Vanity Fair (İllüstrasyon, Théobald Chartran)
Ateşli bir şekilde bestelenmiş olan Il Trovatore, bizi sürükleyip götürür. Bu güçlü müziğin üzerimizdeki etkisi öyle yoğun, öyle öyle çekicidir ki nüansların varlığını veya yokluğunu, ince yönleri düşünecek vaktimiz olmaz bile. Fakat hepsi oradadır! Operanın hesaplanmış gücünün bir parçasıdır her biri. Konu her ne kadar karmaşık veya tutarsız olarak kimi zaman eleştirilirse de bu yönler, opera başladığı anda yerini sıcak insani tutkulara bırakır. Verdi, birçok kişinin aksine, sıradan bir melodramı insanın ruhunu etkileyen güçlü bir müziğe dönüştürmeyi bilmiştir.
Giuseppe Verdi, 1850