MAKALE

Johann Sebastian Bach'ın Kahve Kantatı

27.10.2024


Paylaş:

Klasik müzik tarihine baktığımızda eserlerin yazıldığı dönemle ilgili birtakım özellikler taşıdığını görmek mümkündür. Yaşanan felaketler, savaşlar, döneme damgasını vurmuş toplumsal olaylar ve aklımıza gelebilecek birçok tarihsel gelişme, bestecilerin eserlerine yansıyabilir ve bizlere ipuçları sunabilir. 
 
Müzik tarihinin büyük isimlerinden Johann Sebastian Bach’ın Kahve KantatıAvrupa tarihinde kahvenin halk arasında çılgınlığa varacak düzeyde bir bağımlılığa nasıl dönüştüğünü esprili bir dille anlatan eseridir. 1730’lu yıllarda yazılan bu eser, bir babanın kızını kahve içme alışkanlığından kurtarmak için giriştiği mücadeleyi anlatır. 
 
Avrupada Kahve Kültürü ve Sosyal Yaşam
Kahvenin Avrupa’ya girişi 17. yüzyıl başlarında Venedikli tüccarlarla oldu. Kahvenin Avrupa’ya girişiyle birlikte kahve içme kültürü ve kahveler (kahvehaneler) de yaygınlaşmaya ve sosyal hayatta önemli yere sahip olmaya başladı. Zamanla kahveler, sosyal, kültürel, siyasi ve entelektüel konuşmaların yapıldığı yerler haline geldi. 18. yüzyılın başlarında isekahveler yaygınlaşmaya başlamış, 1715 yılında Londra ve Paris’te birçok kahvehane açılmıştı. Bir içecek olarak kahvenin Avrupa’da bu kadar yayılması kimi kesimleri rahatsız etmiş ve çeşitli nedenlerle yasaklanması gerektiğine dair birçok tartışma ortaya çıkmıştı. Ancak halkın tutkuyla bağlandığı bu içeceğin yasaklanması çok da mümkün görünmüyordu. Yasaklamaya dair halktan şiddetli tepkiler geliyor ve halk yöneticilerden gelen yasaklara uymak istemiyordu. Sonuç olarak kahve, Avrupa’da sarılmaz bir güç elde etti.
 
Avrupa kültüründe kahveyi basit bir bağımlılık olarak görmek eksik bir okumaya sebep olur. Her şeyden önce bir içecek olarak kahve, insanları bir araya getirme gibi önemli bir işleve sahipti. İnsanlar kahve içmek için bir araya geliyor, fikirlerini paylaşıyor, sanat ve siyaset gibi önemli konularda ateşli tartışmalar yürütüyorlardı. Böylece “aydınlanma”düşüncesi kahvelerde bir araya gelerek besleniyordu. Toplumu bu denli etkisi altına alan kahvenin elbette müzik dünyasında da yer edinmesi kaçınılmazdı, hatta birçok besteci için gündelik yaşamın bir parçası olmuştu, W.A.Mozart ise bu bestecilerden biriydi. Usta bestecinin eşine yazdığı mektupta günlük yaşamıyla ilgili bilgi verirken kahve içtiği ayrıntısı bulunur.
 
Kahve içmenin ve kahvelerde edilen sohbetleri Mozart’ın eserlerinde de görmemiz mümkündür. Librettosunu Lorenzo Da Ponte’nin yazdığı Don Giovannide kahvenin halk arasında zevk alma araçlarından birisi olduğuna dair bir ayrıntıya rastlarız. Uslanmaz çapkın Don Giovanni, Zerlina isimli genç kadını beğenir. Zerlina’yı kaçırmak için plan yapan Don Giovanni, Zerlina ve nişanlısı için bir ziyafet hazırlar. Ziyafet menüsünde ise şarap, çikolata ve kahve vardır. Zevkle ilişkilendirilen bu menü, Masetto’yu oyalamak için yapılmış bir tuzaktır. Eserin bu küçücük kısmı bize kahvenin toplum için zevk veren, ziyafete yakışır bir lükse eşit olduğunu gösterir esasında. Yine aynı librettistin kaleminden çıkan Cosi Fan Tutte eserinin ilk perdesi, Napoli’de bir kahvenin terasında geçer. Ferrando, Guglielmo ve Don Alfonso kahvede kadınların sadakatini tartışırlar. Don Alfonso aklın sesini dinleyen bir bilge olarak karşımıza çıkarken diğer iki kahraman gençliği ve tecrübesizliği temsil eder gibidir. Bu eser kahvelerde bir araya gelmenin, karşıt görüşleri savunmanın örneklerinden birisidir. Bu açıdan usta bestecinin hem yaşamındaki hem de iki eserindeki bu örnekler 18. yüzyılın Avrupalı insanının kahveyle kurduğu ilişkisinin portresini bize sunar. Bir diğer usta L.v.Beethoven’in ise kendine ait kahve pişirme tekniği bile vardı. Ona göre iyi bir kahve altmış kahve çekirdeğinden oluşur. Hata olmaması için her defasında çekirdekleri tek tek saydığı bilinir. Anton Schindler’in 1840 yılında yazdığı L.v.Beethoven biyografisinde kahvesini kahvaltı esnasında içtiği yazılıdır.


Collegium Musicum, 1790 
 
18. yüzyılda müzik dünyasının en ilgi çekici özelliklerinden birisi çoğu bestecide gördüğümüz üretkenlik gücüdür. Vivaldi, Telemann, Bach, Haydn, Mozart, Beethoven gibi önemli bestecilerin oldukça üretken olduklarını görürüz. Bu büyük bestecilerin bitmek tükenmek bilmeyen enerji ve üretkenliklerinin altında kafeinin payı olduğuna dair görüşler bulunur. 
 
Bestecilerin üretkenliğinde kahvenin gücü olduğu görüşü çok da şaşırtıcı değildir. Kahvenin 17. yüzyılda Avrupa’ya girmesiyle birlikte insan üzerindeki olumlu etkileri de tartışılmaya başlanır. Buna en güçlü örnek 1674 yılında kaleme alınan A Brief Description of the Excellent Vertues of that Sober and wholesome Drink Called Coffee başlıklı yazıdır. Kahveye methiyeler düzen yazıda, kahvenin sağlığa iyi geldiğinden ve dehaya yaptığı olumlu etkiden bahsedilir. Besteciler arasında kahvenin ve kafein içeren besinlerin kullanılma sebebinin altında keyiften daha fazlası olduğunu, kahvenin daha yaratıcı hale getirdiğine dair inançların da bulunduğunu söyleyebiliriz.


Zimmermannın Kahvehanesi, Leipzig (Gravür, Johann George Schreiber)

Peki halk arasında bu kadar sevilen bir içeceğin eleştirilmesi ve hatta dönem dönem yasaklanmasının sebebi nedir? Tümbu yasakların temelinde yiyecek ve içeceklerin kültürel özelliklerinin bulunduğunu söyleyebiliriz. İnancın, toplumsal kuralların, geleneklerin ve daha birçok unsurun bir araya gelmesiyle o topluluğa özgü bir mutfak kültürü ortaya çıkar. Böylece yiyecek ve içecek bir kimlik kazanmış olur. Kahve için de durum böyleydi. Onun da bir kimliği ve ait olduğu topraklar vardı. Kısacası Avrupa’da bir kesim için kahve ötekiydi. Öteki olanın uzak tutulması ve topluma karışmaması gerekirdi. 
 
Yasaklara rağmen kahve içmek müzisyenler, yazarlar, düşünürler ile halk arasında yayıldı ve kahvelerin açılmasıyla sosyalleşmenin yeni bir unsuruna dönüştü. Londra, Paris, Viyana ve birçok yerde açılan kahveler düşüncelerin geliştiği ve yayıldığı önemli mekânlara dönüştü. Leipzig’de ise kahve içme geleneği ve kahveler oldukça önemliydi. Kahve kültürünün Avrupa'daki önemi bu şehirde kendini bütün özellikleriyle gösterir. Kahvenin Leipzig’deki etkisi, yaşamının bir kısmını burada geçiren J.S.Bach’ı da derinden etkiledi ve büyük ustaya Kahve Kantatı’nı besteletti.


Johann Sebastian Bach (1685-1750)
 
Leipzig'de Kahve Kültürü ve Bachın Kahve Kantatı
18. yüzyılın gözde şehirlerinden ve ticaret merkezlerinden olan Leipzig, bu kenti sosyal anlamda tercih edilebilir kılıyordu. Dönemin önemli ticari yapılarından olan panayırların sıklıkla kurulması, bankaların varlığı, matbaanın kurulması ile kitap ticaretinin olması, şehrin gelişiminde ciddi bir rol oynadı ve Avrupa’nın Pazarı ünvanını almasını sağladı. Tüm bu ticari faaliyetler, şehrin sanat alanında da yükselmesini sağlamıştı. Şehrin sanata meraklı kesimleri resim koleksiyonları oluşturuyor ve halkın belirli zamanlarda ziyaret etmesine olanak sağlıyorlardı. Bu faaliyetler sayısı her geçen gün artan kahvelerle birlikte gelişiyor ve Leipzig “küçük Paris” olarak nam salıyordu. Geniş caddelerin vekanalizasyon sistemlerinin olduğu şehirde farklı coğrafyadan birçok insan bulunuyordu. Leipzig’e kantorluk görevi için gelen Bach, kantat türünde birçok eser verdi. Görevi itibariyle Bach’ın oldukça yoğun olduğunu görüyoruz. Her hafta 30dakikayı bulan kantat bestelemek zorunda kalan Bach, oldukça yorucu ancak kantat türünde bir külliyat oluşturacak kadar da önemli bir dönemdeydi. 
 
Bach’ın ürettiği dini kantatlar, mesleğinde yaşadığı sıkıntılı günlerle birlikte yön değiştirdi. Yöneticilerle anlaşamaması, ödeneklerinin kesilmesi gibi konular Bach’ı sıkıntıya düşürdü ve onun kantorluk görevini bırakmasıyla sonuçlandı. Böylece din dışı kantatları ürettiği döneme girmiş oldu. Kantorluk görevini bırakan Bach, 1729’da Collegium Musicum Topluluğu’nun yöneticisi oldu. Bu görevle birlikte çalgı müziğine yeniden ağırlık verdi. 
 
Collegium Musicum, 1701 yılında tam bir müziksever olan Georg Philipp Telemann tarafından kurulan 40 kişilik bir orkestraydı. Telemann’dan sonra 1705’te orkestranın başına Georg Melchior Hoffmann gelmişti. 10 yıl süren görevi boyunca orkestra büyümüş, içerisinde ünlü müzisyenlerin de görev aldığı sağlam ve ünlü bir yapı haline gelmişti. 1715 yılında ise Johann Gottfried Vogler ve 1718'de ise Georg Balthasar Schott görev almıştı. 1723 yılı ise topluluk için önemli bir dönüm noktasıydı. Bu tarih itibariyle orkestra Gottfried Zimmermann’a ait olan şehrin en önemli kahvehanesinde çalmaya başlamıştı. 
 
Kahvehaneler, Leipzig’de 1700’lü yıllarda açılmaya başladı ve şehirde önemli bir yer edindi. Gottfried Zimmermann’ınkafesi Pazar Meydanı’nın arkasındaki meşhur bir cadde olan Catharinenstraße’de yer alıyordu. Yüz elli kişiye yakın konuk alabilen bu kafenin salonunda Collegium Musicum konserler veriyordu. Halkın beğenisini kazanan bu konserler aslında soyluların saraylarında düzenlenen sofra müziğinin halka sunulmuş haliydi. Halk sadece yemek ve içecek için ücret ödüyor, konserleri ise ücretsiz izliyordu. Bu durum giderek yayıldı ve kahve ile müzik bir araya gelmiş oldu.


Lorenzo Da Ponte (1749-1838) (Nathaniel Rogers portresinden Michele Pekenino tarafından yapılan gravürü)
 
Collegium Musicum orkestrası için Bach’ın ürettiği eserler çalgı müzikleri ve vokal eserlerdi. Vokal eserler arasında yer alan en ünlü eseri ise Kahve Kantatı (Kaffekantate) eseridir. Din dışı kantatlar arasında yer alan bu eser, dönemin kahve içme alışkanlığını sunan eğlenceli bir belge niteliğindedir. 1734 yılında sahnelenen eser, Bach'ın din dışı eserleri içerisinde dikkat çeken bir yere sahip oldu. Bach'ın bestelediği Kahve Kantatının librettosu dönemin önemli şairlerinden, Picander takma ismine sahip Christian Friedrich Henrici tarafından yazılmıştı. Şair ve librettist olan Picander, eser vermek için Bach’la birçok kez bir araya geldi. Kahve Kantatı, Picander'in kahve bağımlılığını eğlenceli ve eleştirel bir dille anlattığı metinden hareketle ortaya çıktı. Metinde Fransa’da kahvenin halkı mahvettiği ve yaşattığı sorunlar nedeniyle yasaklandığı ve kadınların bu yasağa aşırıya kaçan tepkiler verdiği anlatılıyordu. Öyle ki, kadınlar kahveyi ekmeğe tercih ediyorlardı. Metni okuyan Bach, ondan kadınların kahve bağımlılığını konu alan bir libretto yazmasını istedi.
 
Her dönemde olduğu gibi kadınlara olan bakış açısına kahve kültüründe de rastlamaktayız. Kahve içen genç kızlara toplumun bir kısmı iyi gözle bakmıyor, kahveye gitme alışkanlığının yalnızca erkeklere özgü olması gerektiğini savunan kişiler bulunuyordu. Bach’ın kahve yasaklarını özellikle baba ve kız üzerinden vermesinin nedenlerinden birisi bu olabilir. Böylece eser, dönemin kadına bakış açısını dar anlamda da olsa gözler önüne sunar.



Kahve Kantatı, Schlendrian’ın kızı Liesgen’i kahve bağımlılığından kurtarma çabasını anlatır. Oldukça eğlenceli olan bu eser küçük bir opera tadındadır. Eserdeki karakterler baba, kız ve bir de anlatıcı ile sınırlıdır. Schlendrian, kızının kendisini dinleyip kahveden kurtulmasını ister. Kızının asiliğinden, sözünü dinlememesinden şikayetçidir. Liesgen ise günde üç kez bir fincan kahve içmezse üzüleceğini söyler. Liesgen'in bu tavrı aslında dönemin kahve bağımlılığının vardığı aşırı noktayı gözler önüne serer. Kahvenin bir ihtiyaca dönüşmesi, birçok şeyden daha önemli olduğunu Bach, Liesgen üzerinden anlatır. Eser ilerledikçe kahveye duyulan sevginin aşırılığı daha da ortaya çıkar. Kahvenin tadı öylesine güzeldir ki, onu bin öpücüğe ve muskat şarabına tereddüt etmeden tercih eder.
 
Liesgen’in kahvede bu kadar ısrarcı olması ise babasının otoriter ve yasaklayıcı tarafını kuvvetlendirir. Liesgen'in kahveyi bırakmaması durumunda düğünlere katılmasına ve yürüyüşe çıkmasına izin verilmeyecektir. Babasının bu yasağı kızın üzerinde tesir etmez. Liesgen’in tercihi kahvedir. Baba yasaklarını sıralamaya devam eder. Kızına son moda elbiseyi kendi bedeninde almayacağını söyler. Pencereye yaklaşması bile söz konusu olmayacaktır. Ancak Liesgen, kahvesi elinden alınmadığı sürece bütün bunlar olmadan da yaşayabileceğini bildirir. Böylece kahve, özgürlükten, sosyal çevreden ve modadan daha önemli bir konuma yükselir.  

“Dik kafalı kızlar kolay kazanılmaz ama doğru noktaya değinirsen işte o zaman şanslısın” der Schlendrian. Aklında kızına kahveyi bıraktıracak harika bir yasak fikri vardır. Kızını sözünü dinlemesi için son kez uyarır ve kızından kahve dışında her şeye itaat edebileceği cevabını alır. Bu cevapla birlikte baba son kozunu oynar ve kahve içtiği sürece evlenemeyeceğini söyler. Bekâr kalma düşüncesi Liesgen’i caydırmış gibi görünür. Evliliği kahveye tercih ettiğini açıklar. Bu karardan memnun olan baba, kızı için uygun bir kısmet aramaya başlar. Picander’in librettosu Liesgen’in eş bulma durumuyla son bulur. Ancak daha şakacı bir sona kavuşması için metne muhtemelen Bach tarafından müdahale edildi ve Liesgen’in eş için kahveden vazgeçmediği bir son yazıldı. Eserin sonunda, baba kızının oyununa gelir. Liesgen kurnaz planını açıklar. O bir evlilik sözleşmesi yapacak ve ne zaman isterse kahve içebilecektir. Ona eş olacak kişi kahve içmesine asla karışmayacaktır. 
 
Eserin sonunda hiçbir yasağın kahvenin önüne geçemeyeceği böylece vurgulanmış olunur. Eserde bu bağımlılığın eskilere uzandığı da vurgulanır. Kahve bağımlılığı büyükanne, anne ve kızlarına kadar uzanan bir gelenek halini almıştır ve bu geleneğin değişmesinin olanaklı olmadığı eserde Liesgen üzerinden komik bir dille anlatılır.
 
Eserin kurgusunun dönemin iki karşıt görüşüne benzer olduğunu söyleyebiliriz. Baba, kahveyi yasaklamaya çalışan topluluğu, yöneticileri temsil ederken, genç kız ise kahveden hoşnut olan halkı temsil eder gibidir. Babanın kızına koyduğu ağır yasaklar yöneticilerin dönem dönem koymaya çalıştığı yasaklara benzer. Ancak nasıl ki yasaklar halküzerinde işe yaramamışsa Liesgen’de de işe yaramaz. Böylece Liesgen’in zaferi kahve tüketen toplumun zaferine dönüşür.

Eserde yalnızca halkın kahve içme alışkanlığından değil, Bach’ın yaşamından da küçük de olsa izler görürüz. Kendi kızlarıyla yaşadığı kuşak çatışmasının komik bir kantat yazmak için Bach’a malzeme sunduğunu söyleyebiliriz. Bunun yanı sıra Liesgen karakterinin Bach’ın Lieschen ismiyle anılan kızı Elisabeth Juliana Friederica’yı düşünerek yazmış olabileceği gibi bir ihtimal düşünülür. Ancak kızın o tarihlerde yaşının oldukça ufak olması, Liesgen’e benzer bir yanının olmadığını bize gösterir.
Kahvenin Bach’ın hayatında da önemli bir rolü olduğu düşünüldüğünde Kahve Kantatı olarak anılan kıymetli bir eser haline gelir. Öldüğünde arkasında çok kıymetli eserlerin yanı sıra cezve, kahve tepsisi gibi birkaç kahve malzemesi de bırakan Bach’ın kahve üzerine bir eser yazması kaçınılmazdı. Bugün keyifle içilen  kahvenin yolculuğunu, Bach'ın eseriyle birlikte keşfedebiliyoruz. 
 
Her kahve yudumladığınızda J.S.Bach’ın BWV 211 numaralı Kahve Kantatı olarak bilinen eserini hatırlamanız dileğiyle...

BENZER HABERLER


    Akçaağaç Sok. Görhan Apt. No: 1/1A Acıbadem Üsküdar / İSTANBUL | T: 0532 343 9328 | F: 0216 326 39 20