24.01.2025
Başarılı piyanistlerimizden Başar Can Kıvrak, Ada Classical etiketiyle yayımlanan yeni albümüne dair sorularımızı Andante okuyucuları için yanıtladı.
Schumann’ın dört eserini bir araya getiren albüm fikri nasıl doğdu? Albüm adını Director’s Cut olarak belirtmenizin sizin için özel bir anlamı var mı?
Albüm kaydetme teklifi geldiğinde hiç düşünmeden “bir Schumann albümü kaydetmeliyim” dedim. Sanat yaşamımı derinden etkileyen, uzun yıllardır derin bağlarım olan Robert Schumann’ın birçok eserini derinlemesine incelemiş, çalışmış, seslendirmiş bir piyanist olarak başka bir fikir düşünemezdim. Albümün ana hatları aşağı yukarı en başından belliydi, ancak programın tam olarak içime sinmesi ve “işte tam olarak bu” demem bir yılı buldu.
“Director’s Cut” bildiğiniz gibi, yönetmenin kendi sanatsal vizyonunu yansıtan, yapımcıların müdahalesi sonucu filmden çıkarılmış sahneleri de içeren film versiyonlarını ifade etmek için kullanılan bir terim. Schumann’ın ilk olarak beş bölümlü olarak bestelenmiş olan üçüncü piyano sonatı tam 17 yıl içerisinde birden çok defa düzenlenmiş ve sonunda dört bölüm olan hâli en çok bilinen ve çalınan versiyon hâline gelmiştir. Ben bu albümde sonatın neredeyse hiç bilinmeyen bir bölümünü ve Andantino bölümünden çıkarılmış iki farklı varyasyonunu da kaydetmek ve eseri bir nevi “bestecinin orijinal versiyonu” olarak sunmak istedim. Bu yüzden albümün adını Director’s Cut olarak belirledim. Aynı zamanda benim hayatımın son birkaç yılı bu albüm odağında geçmiş olduğu için, hayatımın tüm iniş çıkışlarıyla paralel bir süreç oldu. Bu da albümün kişisel ve içsel bir albüm olmasını beraberinde getirdi. Herkes kendi hayatının yönetmeni olduğuna göre, Director’s Cut isminin ikinci anlamını da bu şekilde ifade edebilirim.
Schumann’ın solo piyano eserlerini kaydetmek bir piyanist olarak sizin sanatsal yolculuğunuzu nasıl etkiledi?
Zaten çok uzun yıllardır özel ilgim olan ve kendimi en yakın hissettiğim bestecilerin başında gelen Schumann’a bu süreçte daha da yaklaştım. Son birkaç yılım Schumann’ı, mektuplarını, kritik yazılarını okuyarak, her stilde yazdığı eserleri daha da derinlemesine inceleyerek, piyano eserlerinin çoğu üzerine çalışarak, deşifre ederek geçti. Bestecinin ölüm gününde başladığımız ve üç gün süren kayıt aşaması, Türkiye’nin birçok önemli konser salonunda gerçekleştirdiğim solo Schumann resitalleri, editing aşamasında etkin bir rol üstlenmem, kitapçık metinleri konusunda çok değerli yazar İlkay Yıldız’la yaptığımız fikir alışverişleri ve hatta fotoğraf çekiminde de, değerli tasarımcı Şadi Akbudak’ın gerçekleştirdiği müthiş kitapçık tasarımında da albümün, eserlerin psikolojik ve sanatsal modunu yakalama çabamız, tüm detaylarıyla besteciye bir saygı duruşu niteliği taşıdı. Bu süreç, büyük bir sanatsal kişiliğe ithaf edilen bir çalışmanın ne kadar detaylı ve adanmış olarak yapılabileceğinin sınırı olmadığını bana öğretti diyebilirim.
Başar Can Kıvrak, ©️Arthur Diot
Bu eserlerin Türkiye’de ilk kez kaydediliyor olması sizin için nasıl bir sorumluluk veya motivasyon oluşturdu? Albümü Türk bir ekiple kaydetmeniz projeye nasıl bir özgünlük kattı?
Albümü Türk bir ekiple kaydetmek ve kayıt kalitesi anlamında dünya standartlarını yakalamış olmak çok özel ve anlamlı bir deneyim oldu benim için. Albümü dinleyenler ne kadar yüksek standartlarda bir kayıt kalitesi yakalandığını duyacaklar. Bu süreçte yakın dostum Özgür Ünaldı’nın kayıt masasındaki kayıt sürecini yönlendiricilik rolü hayati önem taşıyordu. Bunun mutlaka altını çizmek isterim.
3 Numaralı Piyano Sonatı “Concert sans orchestre” (Orkestrası Olmayan Konçerto) olarak da biliniyor. Bu ünvan, sizin yorumunuzda eserin yapısını ve anlatımını nasıl etkiledi? Bu “orkestral” ruhu piyanoda nasıl hissettirdiniz?
Bu isimlendirme esasında yalnızca bir sembol. Piyano bilindiği gibi orkestral bir çalgı ve Schumann’ın çok katmanlı, girift piyano yazısı bestecinin her eserine hâkim. Kafamda ve kulağımda canlanan tüm tını ve renkleri, bestecinin istediği tüm artikülasyonları piyano üzerinde en doğal ve net şekilde canlandırmak üzerine bir yaklaşımla çalışarak orkestral ruha yaklaşmaya çalışıyorum.
Sonatın Andantino bölümü, Schumann’ın eşi Clara’nın bir motifi üzerine dayanıyor. Bu kişisel ve romantik bağ sizin yorumunuzda nasıl bir yere sahipti? Albümünüzde bu eseri kaydederken hangi versiyonu temel aldınız ve neden?
Robert’in Clara’ya olan tutkusu ve âşkı bestecinin tüm yaratıcılığını doğrudan etkilemiş ve neredeyse tüm eserlerinde izine rastlanabilecek bir olgu. Sonatın tamamı Clara Schumann’ın Romance Variée adlı eserinden küçük bir motif (do-si-la-sol-fa) üzerine kurulu. Besteci, eserin Andantino bölümünde ise bu küçük motifi bir tema hâline getirmiş ve üzerine varyasyonlar yazmış. Genç Schumann sonatı bestelediği dönemde Clara’nın babası (aynı zamanda Robert Schumann’ın piyano hocası) Friedrick Wieck’in acımasız ve despot tavrı üzerine Clara’dan ayrı kalmak zorunda kalmış ve bu nedenle bunalımlı bir dönem geçirmiş. Bunun sonucunda da sonatın tamamına işleyen isyan, melankoli, nostalji hisleri, duygu patlamaları ve tüm bunların temelinde yatan sonsuz derinlikte romantizm, âşk ve tutkuyu eserin ilk saniyesinden sonuna kadar hissetmemek elde değil.
Başar Can Kıvrak, ©️Arthur Diot
Nachtstücke, Schumann’ın daha az bilinen başyapıtlarından biri. Dinleyiciye bu eserin değerini ve derinliğini aktarmanın sizin için özel bir yolu var mı?
Nachtstücke’yi bestelediği sıralarda Schumann, çok sevdiği ve bağlı olduğu ağabeyi Edouard’ın ölüm haberini almış. O sıralarda daha ölüm haberini veren mektubu almadan, sebepsiz yere gözyaşlarına boğulduğunu yazar. Bir şekilde bu ölümü hissetmiştir besteci. Eserin ilk bölümü zaten cenaze alayını anlatır. Bu da Nachtstücke’yi Schumann’ın hayatında aslında çok kişisel ve samimi bir yere koyar. Çok ani duygu değişimleri olan, kahkaha sesleriyle gözyaşının iç içe geçtiği, kontrastların çok ani şekilde geliştiği (bazen dinleyicinin anlam veremeyeceği kadar ani), barındırdığı duygu skalası sınırsız olan bir eserdir Nachtstücke. Edebiyatla iç içe geçmiş, hayranı olduğu Jean Paul ve E.T.A. Hoffmann gibi yazarların yarattığı gerçeküstü ve yer yer korku ögeleri barındıran dünyaların kucağında gezinirken (Poe ve güncel bir örnek vermek gerekirse Tim Burton gibi) tüm insani duyguları derinlemesine işler.
Bu eserin başka bir özelliği ise 1830-1838 arası yalnızca solo piyano için eser bestelemiş olan Schumann’ın bu dönemine ait son eser olması. 1840’ta Clara ile evleniyor ve iki yıl ağırlıklı olarak lied yazıyor. Yaklaşık 140 lied. Hatta 1840 yılı “Lied yılı” olarak anılır. Bunu da ilginç bir bilgi olarak vermek isterim.
Fantasiestücke’nin dramatik yapısı, sahnede canlı performansta mı yoksa bir stüdyo kaydında mı daha etkili bir deneyim sunar? Neden?
Her eserin canlı performansını dinlemenin farklı, kaydını dinlemenin farklı bir deneyim olduğunu düşünüyorum. Konserde dinlerken o anın bir parçasısınız ve olacak her şeye, anlık geçecek tüm duygulara o an ortaksınız. İyi koşullarda güzel bir kaydı dinlerken ise konser salonunda duymanızın mümkün olmayacağı kadar detay duyma şansınız olabiliyor.
Op.111’e gelince... Schumann’ın dünyasına hâkim olan okuyucularımız, “şimdiye kadar neden Florestan ve Eusebius’tan bahsedilmedi acaba?” diye düşünebilirler. Aynı Clara gibi, Florestan ve Eusebius da bestecinin tüm sanatsal yaşamına etki etmiş, Schumann’ın yaratmış olduğu iki zıt karakterdir. Bu karakterleri Schumann, hayranı olduğu yazar Jean Paul’ün Walt und Vult adlı öyküsünden esinlenerek, eleştiri yazılarını onların ağzından yazmak üzere yaratmış ve sonrasında bu karakterler besteciyle özdeşleşmiştir. Hatta Schumann’ın psikolojik yapısının iki uç noktadaki versiyonları olarak kabul edilebilirler. Karakterlerin ilk ortaya çıkışı 1831 yılında Chopin’in Op.2 varyasyonlarıyla ilgili yazdığı bir yazıda olmuştur. Tutkulu ve ateşli Florestan, içe dönük ve hayalperest Eusebius. Bu karakterleri dengelemeye çalışan bir de Meister Raro vardır ve bu ismi Clara’nın son hecesi ve Robert’in ilk hecesini birleştirerek yaratmıştır. Ben Op. 111 Fantasiestücke’yi bu üç karakterle bağdaştırıyorum. Eserin ilk bölümü durmak bilmeyen bir tutku ve ateş fırtınası, neredeyse deliliğe varan iniş ve çıkışlarla ve son derece kromatik bir armonik yapıyla örülüdür. İkinci bölüm içe dönük, melankolik ve sakin yapısıyla Florestan’ı hatırlatır. Son bölüm ise marş ritimlerinden oluşan yapısıyla âdeta Meister Raro’nun ortaya çıkışı ve bir uzlaşı yaratma çabası gibidir.
Toccata, bir “virtüozluk vitrini” olarak tanımlanır. Sizce bu eser sadece teknik bir gösteri midir, yoksa Schumann burada daha derin bir anlatı sunuyor mu?
Toccata gerçekten de bir virtüozite ve dayanıklılık gösterisi gibidir. Bestecinin piyanist olma hayalleriyle teknik konulara kendini adamış olduğu en erken döneminde bestelenmiş ve icracıya hiçbir dinlenme anı tanımayan, biz piyanistler için gerçek anlamda “korkunç” bir eserdir! Ancak Schumann gibi bir dâhi söz konusu olduğunda derinlikten her zaman bahsedebiliriz. Bu eser daha ilk saniyelerden itibaren dinleyiciye “farklı bir şeyler olacak” izlenimini verir. Nitekim, tüm o “egzersiz” gibi duyulan motifin incelikle işlenmesi, polifonik yapısı, yan temanın sadeliği ve o sade temanın altında kendini hâlâ gösteren obsesif ana motifin âdeta tüm o dingin havayı dağıtmak ister hâli, ritmik oyunlar, eserin sonlarına doğru çalana da dinleyene de “sınırlar daha ne kadar zorlanabilir ki?” hissiyatı vermesi ve en sonunda sanki hiçbir şey olmamış gibi sessizliğe gömülerek eserin muhteşem bitişi, eseri sadece teknik gösteri olmaktan çıkaran renklerin bazıları.
Schumann’ın Toccata’sı genelde yüksek bir tempoyla icra edilir. Hız ve duygusal yoğunluk arasında nasıl bir denge kurdunuz?
Albümde Toccata’yı genel olarak konserlerde seslendirmiş olduğumdan daha yavaş ama enerjik anlamda hiçbir kayıp vermemeye çalışarak çaldım. Bunun sebebi bir önceki cevabımdaki tüm detayları, kontrastları, kontrpuantal yapıyı, her ayrıntının dinleyicilere ulaşabildiği kayıt ortamında çok daha net verebilmekti.
Albümün uluslararası platformlarda nasıl bir etki yaratmasını bekliyorsunuz? Özellikle Schumann repertuvarı açısından yeni keşiflere ilham verebilir mi?
Tüm bunları zaman gösterir. Albüm içeriği uluslararası platformda da çok sık kaydedilen bir Schumann repertuvarı değil. Özellikle sonatın beş bölümlü, tüm varyasyonların dâhil edilmiş versiyonuna çok çok nadir olarak rastlıyoruz. Ne diyelim, umarım geniş bir dinleyici kitlesine ulaşır.
Başar Can Kıvrak, ©️Arthur Diot
Bu proje gelecekteki kayıtlarınız ya da Schumann dışında başka bestecilere odaklanma açısından size yeni bir kapı araladı mı?
Kaydetmek istediğim ikinci albümümün programı bu albümün editing, tasarım gibi süreçlerini gerçekleştirdiğim sırada kafamda oturdu. Beni çok heyecanlandıran, çok daha farklı bir proje olacak. Bir ipucu vereyim, bu sefer iki bestecili ve içeriği büyük bir bütün oluşturan bir albüm geliyor! Gelecekte kayıt projelerine daha çok ağırlık vermeyi ve farklı Schumann albümleri kaydetmeyi planlıyorum.
Albümü ilk kez dinleyecekler için neler söylemek istersiniz?
Sizleri elimden geldiğince Schumann’ın dünyasına yakınlaştırabilirsem, ne mutlu bana.