13.07.2013
H.Hüseyin Akbulut, AKM ve TÜSAK bağlamında gelişmeleri Andante'ye değerlendirdi...
'Sanat kurumlarını kapatmak için yasa hazırlarken, Başbakanın daha görkemli opera binası yapma sözünü anlamamız olanaksızdır.'
'Gelişmelerde, iktidarın sanata bakışı yanında, üzerine düşeni yapmayan sanat kurumu yöneticilerinin de sorumluluğu var.'
Eski Kültür Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı, DOB Genel Müdürü, CSO Müdürü H. Hüseyin Akbulut, Andante'nin AKM ve TÜSAK konusundaki sorularını cevaplandırdı.
İstanbul Atatürk Kültür Merkezi'nde yaşananlar ile Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın hazırladığı 'TÜSAK' (Türkiye Sanat Kurumu) hakkında görüşlerinizi açıklar mısınız?
İstanbul Atatürk Kültür Merkezi'nde (AKM) yaşananları ve Türkiye Sanat Kurumu (TÜSAK) yasa tasarısını; günümüzün siyasal iktidarı AKP ile, topluma sanat sunan kurumlar ve özellikle de kurumları yönetenler bağlamında irdelememiz gerekiyor. Artık daha açıklıkla görüyoruz, siyasi iktidar AKP; daha baştan Atatürk Kültür Merkezi'ni yıkmaya karar vermişti. Bu nedenle, ülke yönetimini üstlendiği 2002 yılı sonundan, 2008'in Haziran ayına kadar onarım için kültür merkezine bir çivi bile çakılmadı. Oysa bir sezonda yaklaşık 900 kültür sanat etkinliğine sahne olan (kapatılmadan önceki son sezonda 855 etkinlik) ve yılda ortalama bir milyon izleyici-dinleyicinin girip çıktığı kültür merkezinin, doğal yıpranma nedeniyle her sezon sonunda mutlaka kapsamlı onarımdan geçirilmesi gerekirdi. Bu yapılmadı, AKM böylece siyasal iktidar eliyle, bilinçle çürümeye ve ölüme terk edildi. Ancak, yıkma kararı toplumdan tepki görünce de bu kez onarım söylemiyle 2008 Haziran'ında kapatıldı. Kapatma kararı, sanata vurulan darbe niteliğindeydi.
AKM'nin sanat mekânı olarak önem ve katkısı neydi?
Darbenin boyutunu anımsayalım: İstanbul Atatürk Kültür Merkezi; kültür sanat etkinliklerinin sergilendiği bir mekân olmasının da ötesinde, aynı zamanda ülkemizin çok önemli sanat kurumları Devlet Opera ve Balesi, Devlet Senfoni Orkestrası, Devlet Tiyatrosu, Klasik Türk Müziği ve Halk Müziği Korosu, Modern Folk Topluluğu'nun v.b. kurumlarımızın çalışmalarını ve sanat etkinliklerini sürdürdüğü yerleşik eviydi. AKM kapatılmadan önceki son sezonda, bir yılda 185 opera-bale temsili, 59 senfonik konser, 446 tiyatro temsili, 16 klasik koro konseri, 18 folk konseri, 23 sergi, ve bakanlık tahsisi ile 96 olmak üzere yılda toplam 855 kültür sanat etkinliğinin sunulduğu bilinirse, çürümeye terk edilen Kültür Merkezi'nin işlevi daha iyi anlaşılır. Kültür merkezi kapatılınca da sanat kurumları adeta sokağa bırakıldılar, etkinlikleri izleyen yaklaşık bir milyon insan da merkezden ve sanattan uzaklaştırıldı. Geçen uzun zaman sonunda, sürecin olgunlaşmış olacağı düşünülmüş olmalı ki, Başbakan artık daha açıklıkla ve kararlılıkla AKM'yi yıkacaklarını, oraya daha görkemli bir opera binası yapacaklarını söylemektedir.
Peki bu söylemi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Başbakanın 'daha görkemli opera yapısı' tutkusunu anlamamız olanaksızdır. Çünkü, yaşadıklarımız ve ortaya dökülen son yasa taslakları bu söylemi temelden çürütüyor. Öyle ya; operayı, baleyi, tiyatroyu, orkestrayı kapatmak için yasa hazırlayan anlayış, daha görkemli opera yapısı inşa etmeyi neden ister? Yapmak mi istiyorsunuz? Ankara'nın inşaat ihalesi aşamasına getirilen ve yıllardır kazma vurmayı bekleyen opera binası (Kültür ve Kongre Merkezi ) yükselmeyi beklerken, bu hükümetin bakanları ve partinin büyükşehir belediye başkanı tarafından projeyi yok etmek için yapılmayan kalmadı. Var olanı yıkmadan önce orayı canlandırmak gerekmez mi? Kaldı ki, İstanbul'u bir konser salonuna, bir opera binasına neden mahkûm ediyoruz, yer mi yok, AKM'yi yıkmadan önce, bunlardan birisini yapıp, öncelikle söylemdeki inandırıcılığı kanıtlamak gerekmez mi?
AKP'nin genel anlamda kültür/sanata yaklaşımı ve buna karşı sanat kesiminin duruşu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Günümüz siyasal iktidarının kültür sanat alanına yaklaşımı icraatıyla ortadadır. Biz bunları yeniden alt alta sıralamayalım, yaşananları dünya âlem gördü. Bu tür iktidarlar, opera ve bale, senfoni orkestrası gibi çağdaş sanat kurumlarımıza adımlarını bile atmamışlardır. Fırsat bulsalar bu kurumları bir kaşık suda boğarlar, bu olguyu yaşayarak gördük. Bu nedenle, siyasal iktidarı bir yana bırakıp sanat alanının sorumluluk taşıyan yetkililerine, sanat kurumlarını yönetenlere baktığımızda, işin hazin yanının burada olduğunu görüyoruz. Devletin ödenekli sanat kurumlarında çalışan müzikçiler, şarkıcılar, dansçılar, oyuncular, çalgıcılar, ressamlar, yaratıcılar v.b. sanatçılar, özellikle de AKM'de yaşamını sürdüren sanatçılar ve bu kurumların yöneticileri, başta genel müdürleri, bir iki dernek ve birkaç kişi dışında AKM için üzerlerine düşeni yapmadılar. Deyim yerindeyse sessiz kalarak olayı kabullenir göründüler. Hiç kuşkum yok, yaşanacak olumsuzluk bakanlık içinde dile getirilmiş olmalıdır. Ancak sorun da bu edilgin anlayıştan kaynaklanıyor. Günümüz siyasal iktidarının sanata bakışı ve uygulamaları biliniyor, olağandışı bir süreç yaşanıyorken, olağanüstü bir davranış göstermek gerekmez mi? Daha da doğrusu olayı toplumla paylaşarak karşı çıkmak, böylece yıkımın önüne geçmeye çalışmak gerekmez mi?
Yani yöneticilerin aktif direniş göstermesi mi gerekirdi?
Biz; özel yasaları ve tüzel kişilikleri bulunan ve bu nedenle bağımsız ve özerk konumdaki Devlet Tiyatroları ve Devlet Opera ve Balesi gibi sanat kurumu yöneticilerinden, kurumları yönetme yetki ve sorumluluğunu taşıyan üst yöneticilerinden, bu yönde, demokrasinin gereği de olan ne bir söz işittik, ne de bir tavır gördük. Yöneticiler, bu konuda mücadele vermek yerine, hiçbir şey yokmuş, sorun kendilerinin değilmiş gibi AKP ile kol kola girerek görevi sürdürmeyi yeğlediler. Oysa görev de, sorumluluk da onlarındı. Sorun; sanatçılar ve üst yöneticileri tarafından güçlü bir biçimde gündeme taşınmayınca da AKM yıkım aşamasına kadar getirildi.
Peki TÜSAK Tasarısı?
Oluşturulmak istenen 'Türkiye Sanat Kurumu' konusunda yaşananlar daha da acıklıdır. Ben bu konudaki görüşlerimi, yazdığım bir yazıyla ve Andante sitesinde de yayınlanan, Kültür ve Turizm Bakanı Sayın Ömer Çelik'e gönderdiğim bir mektupla kamuoyuna ve sanat çevresine açıkladım. Tasfiye yasasıyla ilgili görüşlerimi bu nedenle yeniden anlatmama gerek yok. Söz konusu yasa tasarısı; sanat alanı bağlamında, cumhuriyet tarihimiz süresince gündeme getirilen en ağır ve kabul edilemez bir düzenlemedir. Gündeme bile getirilebilmesi cesaret isteyen, korkunç bir tasfiye tasarısıdır. Tiyatroyu, operayı, orkestrayı ortadan kaldıran tasarı yasalaşırsa, olay 'Cumhuriyetin Sanat Devrimi'ni ortadan kaldırmak, cumhuriyet öncesine dönmek anlamındadır. Bu yasa tasarısında da, AKP'nin anlayışı bakımından benim için hiçbir sürpriz yoktur. Bu anlayışı, yöneticiliklerim sıralarında benzer hükümetlerle yaşayarak ve mücadele ederek de görmüştüm.
Sanat kurumu yöneticilerinin bu konudaki tutumunu nasıl buldunuz?
Şaşkınlıkla karşıladım. Yanlış olan, sanat kurumu yöneticilerinin işe bakış şekilleri, bilinenleri bir tarafa bırakan, zamanlamayı göz ardı eden iş tutma anlayışlarıdır. Daha da hazin olan; yaşanan ve bilinen anlayışlar ortadayken, sanatı ortadan kaldırmayı amaçlayan bu tür siyasal anlayışlarla, kişisel hedefler ve çıkarlar uğruna sanat kurumlarının geleceğini karartacak şekilde işbirliği içine girilebilmiş olunmasıdır.
Bakan Çelik de açıkladı, tasfiye yasa tasarısını sanat kurumlarıyla birlikte hazırlamışlar. Kurum yetkililerinden birkaçı da Andante sitesinde açıkladı. Ben de biliyorum, operanın, tiyatronun ve orkestraların üst düzey yöneticileri; daha iyi opera, tiyatro ve orkestra için AKP ile işbirliği içinde 3 yıldan beri çalışma yürütüyorlarmış. Gülmeyin! Sanki AKP daha iyi bir opera, tiyatro ve orkestra yaratmak için can atıyor… 'Fırsattır, zamanıdır, bizde onlarla bir olup bunu gerçekleştirelim' diye yola çıkmak hangi aklın eseridir?
Yani, sizce aslında ne olup bitiyor?
Aslında olan biteni söyleyeyim: Her iki taraf da kurnazlıkla, kafalarındaki 'daha iyiyi' gerçekleştirmek için birbirini kullanıyor. Birisi, kendi kafasındaki kendine göre iyiyi yaptırtmak, diğeri ise onu da kullanarak var olanı ortadan kaldırmak için düğmeye bastı. Öyle ya, 'kurumlar çok kötü' diye operayı, tiyatroyu, orkestrayı masaya yatırırsanız, bu tür iktidarlar da 'fırsat çıktı' diye sevinip, 'bu kadar kötülerse kapatalım' derler.
Sonucu ise görüyoruz. Yasa tasarısı ortaya çıkınca, siz hiçbir sanat kurumu üst yöneticisinden, yüksek sesle 'biz böyle bir taslağı kabul etmeyiz' sözünü duydunuz mu? Tersine, sanatçılara 'aman bizi karıştırmayın' dediler. Tanım yerindeyse ordu komutanları askerlerine 'Durum çok kötü, ancak bizi işe karıştırmayın, başınızın çaresine bakın' dediler. Oysa bu tür dönemlerde, eldekini korumak, başta gelen görev olmalıydı. Onurla mücadele etmek varken, bu tür ortaklıklar her zaman iyi bir sonuç getirmiyor.
Şimdilik şu kadarını söylemekle yetineyim. Sanat kurumu yöneticilerinin; olan biten ortadayken ve çağdaş sanatı reddeden iktidar anlayışı ile uygulamaları bilinirken, zamanı ve zemini göz ardı ederek, kişisel ihtiraslar ve çıkarlar uğruna bu anlayışla işbirliği içine girmeleri, böylece sanat alanını ateşe atmaları, kabul edilir bir anlayış değildir. Yetkili ve sorumluların, zaman yitirilmeden ortaya çıkıp yüreklilikle ve sorumlulukla, hazırlanan tasfiye yasasını 'reddettiklerini' söylemelerini toplum da, sanat çevresi de bekliyor.