18.07.2014

'Antalya Piyano Festivali krizi' maalesef sürüyor. Hiçbir kriz istenmez elbet ama ülkemizin klasik müzik ortamının içinde bulunduğu olumsuz koşullar altında, bu o kadar fuzuli ve yapay bir kriz biçiminde karşımızda duruyor ki... Neden böyle düşündüğümü anlatacağım ama öncelikle, konu hakkında yazdığım son yazının ardından gelen Fazıl Say, Hıncal Uluç ve Gürer Aykal açıklamaları hakkındaki görüşlerimi paylaşmak isterim.
Fazıl Say geçenlerde bu kriz hakkında yine Facebook profilinden yaptığı açıklamanın satırlarında -yazımda da bahsi geçen- kendisine yönelik biriken 'iktidar baskısı'nın varlığını doğrulamış oldu. Aksi de düşünülemezdi zaten. Fazıl Say'ın bu festivalin devam edebilmesi için gerekirse sanat yönetmenliğinden ayrılıp gölgede kalacağı, festivalde tek konser verip gideceği yönündeki ödünleri olumlu karşılık bulmadı. Bundan önceki belediye başkanlığı sırasında aralarından su sızmadığı Fazıl Say'ın, şu son gelinen noktada, meseleyi alttan alan ve yapıcı duran bu taleplerine neden sıcak bakmadı Türel? Çünkü, daha önce de yazdığımız gibi, AKP'nin her katından Fazıl Say'a duyulan yoğun öfke onun da gözünü korkuttu. Türel'in eski dostunun verdiği tüm ödünlere karşın onunla yan yana gelmeyi ve işbirliği yapmayı reddetmesinin arkasında yatan temel sebep bu.
Öte yandan Hıncal Uluç, Sabah gazetesindeki köşesinde geçenlerde yazdığı kısa yazısında hatırlanacağı üzere Kadir Dursun'a hodri meydan diye seslenmiş ve konu hakkındaki gerçekleri açıklamasını istemişti. Hepimizi almıştı bir merak. Neydi bu gerçekler acaba? Kadir Dursun'un son derece medeni biçimde yaptığı cevabi açıklamada tüm Türkiye, Gürer Aykal ve Hıncal Uluç'un Menderes Türel'le arabulucu kisvesi altında festivalin geleceğini görüşmek üzere iki kez buluştuklarını öğrenmişti. Birinci görüşmede sonuç alınamadığı için ikinci görüşmede Aykal ve Uluç Fazıl Say'ı feda edip Say'ın yerine festivalde yeni bir yapılanma üzerine konuşmuşlar ve hatta aralarında görev paylaşımı bile yapmışlardı. Anladık ki, Hıncal Uluç ağabeyimiz sırf bu gerçeğin ifşa edilmesi için Kadir Dursun'a köşesinde hodri meydan diye seslenmiş. Bu arabuluculuk çabasının kamuoyu tarafından bilinmesi elbet önemlidir ama sonuca yönelik ne gibi bir yararı olmuş acaba? Sonunda anladık ki, ne Uluç ne de Aykal Türel'i Fazıl Say'lı bir festivalin devamı yönünde ikna edebilmiş. Bu durumda Uluç'un yazısı ve çağrısı için 'dağ fare doğurdu' demek mümkündür.
Nihayet Gürer Aykal da 17 Temmuz'da beklenen açıklamasını yaptı. Hakikaten çok sert, incitici bir açıklamaydı bu. En az Fazıl Say'ın açıklaması kadar gurur kırıcı ve köprüleri atar nitelikteydi. Yıkıcılık bağlamında iki açıklamanın da birbirinden farkı yoktu. Fazıl Say'ın, Aykal'ın rozetten hareketle Atatürkçü kimliğine halel getirecek sözlerine şefimizin hiddetlendiği çok açık. Aykal'ın bu tepkisini normal karşılamak mümkün çünkü ben de onun Atatürkçü kimliğinin sözde değil özde olduğuna inananlardanım. Aykal'ı ben de asla ikbal uğruna işbirlikçi bir sanatçı konumunda göremem; mantık dışı bir yargı olur bu. Ama, Fazıl Say'dan yaşça daha büyük, ondan çok daha soğukkanlı, duygularıyla değil düşünceleri ve mantığıyla hareket eden bir insan olarak tanıdığımız Aykal, ne kadar incinmiş olursa olsun, bu kadar sert bir kamuoyu açıklaması yapmak zorunda mıydı, diye de düşünmeden edemiyorum. Aykal'ın daha uzun bir süre boyunca ABD'den Türkiye'ye dönmeyeceğini ve bu yüzden aceleye getirilmiş, tepkisel bir açıklama yapmaya kendini zorladığını veya çevresi tarafından bu açıklamayı yapmaya yöneltilmiş olabileceğini düşünüyorum.
Nasıl ve ne türden açıklamalar yapılmış olursa olsun... Söyler misiniz, kim kazançlı çıktı bu tartışmadan? Kim galip çıktı bu didişmeden, bu ego yarışından? Ben söyleyeyim: 'Oh ne ala, bunlar birbirlerini yiyip dursunlar. En önemli aktörlerinin birbirlerinin itibarıyla oynadıkları, camialarının da bu kavgayı kayıtsız biçimde, hatta aralarından kimilerinin avuçlarını ovuşturarak izledikleri ortamda biz bu hırgürden fırsatla TÜSAK'ı usulca çıkartırız' diye ellerini ovuşturan malum çevreler...
'Müzik yazarı Serhan Bali' olarak buradan hem Fazıl Say'a hem de Gürer Aykal'a seslenmek isterim. Gelin, bir an önce aranızdaki bu son derece yapay kavga dövüş ortamını bir kenara bırakın. Sevgili Fazıl Say, günümüzde hiçbir Türk klasik müzik sanatçısının sahip olmadığı kadar geniş bir ulusal ve uluslararası üne ve saygınlığa sahipsin. Seninle gurur duyuyoruz. Ama sen bu müthiş ün ve saygınlığını maalesef üzerinde ciddi biçimde düşünülmüş yapıcı bir muhalif duruş yerine, kimi zaman seyrekleşen kimi zaman yoğunlaşan anlık tepkisellikler sergilemek suretiyle boşa harcıyorsun. 'Muhalif sanatçı' olmak demek; fikirlerine, eylemlerine bütünüyle karşı olduğun kişilerle ille de tüm köprüleri atmak demek değildir. Senin ün ve saygınlığına sahip uluslararası düzeydeki bir sanatçıdan beklenen, Türkiye'deki geniş takipçi kitlesini de arkasına alıp muhalifi olduğu kişi ve kurumlara karşı akılcı, yapıcı ve sürdürülebilir bir muhalefet yapmak olmalıydı. Sen maalesef ikinci değil birinci yolu seçtin ve sonuç olarak Türkiye'de yaşayan sanatseverleri güçlü bir liderden mahrum ettin. İş öyle bir noktaya geldi ki, şu son krizde vermiş olduğun tüm ödünlere rağmen, aradaki tüm köprüleri yıkan bu muhalefet tarzından dolayı, seninle hiçbir surette çalışmak istemeyen AKP hükümetinin aforozuna uğradın, sonunda da festivalinden oldun. Oysa ki, bizlere tam da şu sırada Türkiye'deki mutlak otorite tarafından aforoz edilmiş, nerdeyse persona non grata ilan edilmiş bir Fazıl Say değil, TÜSAK belasına karşı geniş takipçi kitlesiyle birlikte sanatçıları da organize edip, gerekirse hükümetle karşılıklı görüşmeler yapacak, bu iş sizin sandığınız gibi olmaz, ancak böyle olabilir diye masaya yumruğunu kararlı biçimde vurup sözünü dinlettirecek veya en azından çok güçlü olan karşı taraftan ciddi ödünler koparacak bir Fazıl Say gerekiyordu. Ama olmadı...
Öte yandan Gürer Aykal da, geçen yıldan bu yana başımızda sallanmakta olan TÜSAK belası karşısında çaresizce idam hükmünün uygulanmasını bekleyen klasik müzik camiasının lideri olabilirdi ama o da elindeki bu fırsatı heba etti. Tarihin, toplumda öne çıkan bu tip yüksek seviyedeki sanatsal kişiliklere onlar istemese de belli görev ve sorumluluklar yüklediğini düşünüyorum. Ama Gürer Aykal ne yaptı? Sadece bir iki TV röportajı ve son derece etkisiz kalan bir 'Mecliste Mozart-Divertimento şovu' ile yetindi. Bu yasanın geçmemesi uğrunda başka ne gibi ele gelir, dişe dokunur iş yaptınız değerli Gürer Hocam? 'Ülkemizin duayen orkestra şefi' kimliğinizin hakkını veren TÜSAK karşıtı bir eylemde bulundunuz da biz mi duymadık? Bakanlık yetkilileriyle görüştünüz, onlara sağlam argümanlar sundunuz, ödünler koparttınız da biz mi bunların üstünü örttük?
Ey Fazıl Say ve Gürer Aykal!.. Cumhurbaşkanlığı seçiminin ardından yeni yasama yılında meclis gündemine getirileceği bizzat bu işin başındaki müsteşar yardımcısı tarafından daha yeni açıklanan TÜSAK belasını rafa kaldırıp camia olarak sizin kayıkçı kavganızı mı izleyeceğiz biz? Bizi mecbur ettiğiniz konum bu mudur? Öyleyse yazıklar olsun...
Gürer Hocam, Antalya'daki yeni sanatsal göreviniz hakkında yaptığınız son kamuoyu açıklamasında, Fazıl Say'ı suçlamaktan öte dikkate alınacak bir görüş yer almıyor, ne yazık ki. Önceki yazımda savunduğum noktanın altını bir kez daha vurgulayacağım. Antalya Piyano Festivali Fazıl Say ve Kadir Dursun'un doğurup, büyütüp bugünlere ulaştırdığı bir değerdir. Bu festival sıfırdan başlayarak zamanla olgunlaşıp değer kazanmış ve sonunda bir markaya dönüşmüştür. Fazıl Say'ın da yazdığı gibi, bu markanın arkasında, bu iki kişinin liderliğindeki ekibin alınteri ve gözyaşı vardır. Fazıl Say'ın yukarıda özetlediğim, kanımca yanlış muhalefet etme tarzından dolayı, festivali elinden alınmış ve Say resmen kendi festivalinden kovulan bir sanatçı konumuna düşmüştür. Biraz olsun empati kurmayı deneyip tüm egonuzdan sıyrılarak düşününüz. Sizin kurup bugünlere getirdiğiniz bir değere yapılsaydı acaba aynı muamele, tepkiniz ne olurdu? Yanıtlaması zor olmayan bir sorudur kanımca.
O yüzden başta dediğimi tekrarlamak pahasına bir kez daha altını çizmek isterim. Etik değerleri üstte tutan duayen bir müzisyen olarak sizden beklenen, çocuğunuz gibi gördüğünüzü iyi bildiğimiz Fazıl Say'ın son tahlilde kırıcı ve itici bir yöntemle uzaklaştırıldığı festivali ille de sürdürme gibi bir gayretin içinde olmamanızdır. Gayretinizi, en iyi bildiğinizi sandığımız işe, yani Antalya'da yeni bir orkestranın kurulmasına vakfetmeniz herhalde daha hakkaniyetli ve vefalı bir davranış olurdu.
Ama söyler misiniz değerli Gürer Aykal ve Fazıl Say... TÜSAK belasının bu yılın sonuna gelmeden yasalaşması durumunda biz acaba 1-2 yıl içinde hangi orkestradan, hangi operadan, hangi konservatuvardan, hangi festivalden bahsediyor olacağız? Yoğun kariyerleriniz, maalesef zirveye çıkmış egolarınız ve hoş olmayan kavganız müsaade ettikçe, bu acı gerçeği de düşünüyor musunuz? Şimdi düşünemiyor olmalısınız. Ama TÜSAK depreminin ardından bir iki yıl zarfında Türkiye'nin sanat ortamı çölleştiğinde, insanlar işsiz ve insanlar sanatsız kaldıklarında, şimdi yapılan bu anlamsız kavgalar ve bencillikler hiç de iyi sözlerle anılmayacak bilesiniz. İyisi mi gelin ortak akılda buluşun. Kendi menfaatlerinizi değil Türkiye'yi, Türk sanatını, sanatçısını ve sanatseverini düşünün ve maalesef çok geç kalmış olsanız dahi, TÜSAK'ın tarihe gömülmesini sağlayacak birkaç adım atmayı deneyin. Sanatçılar ve sanatseverler olarak sizden tek dileğimiz budur...
Serhan Bali