SÖYLEŞİ

Bale adımlarıyla Cebeci'den Kadıköy'e

27.09.2011


Paylaş:

 
Ankara'da yetiştirdiği başarılı öğrencileriyle haklı bir üne sahip bale eğitmeni Müride Aksan ile Hacettepe Konservatuvarı'nın ardından geldiği İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı'nda yürüttüğü çalışmaların yanısıra bale sanatı ve eğitimi üzerine sohbet ettik.     
 
Bale sanatına uzun yıllar emek verdiniz ve çok sayıda başarılı sanatçı yetiştirdiniz. Cebeci yıllarından bugüne balenin gelişimini nasıl değerlendiriyorsunuz? 
 
1984 yılından bu yana eğitimci olarak çalıştığım Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı'nda 1994-1997 ve 2000-2008 yılları arasında yöneticilik görevi üstlendim. Eğitmenlik hayatımda 26 yıl boyunca varlıklarından çok mutlu olduğum öğrencilerim şimdi meslektaşlarım oldular. İlk öğrencilerimden bu yıl mezun ettiklerime dek, eğitimlerine katkıda bulunduğum dansçıların başarılarından, ülkemizde bale sanatına katkılarından büyük mutluluk duyuyorum. Konservatuvara geçiş sebebim; emeğiyle başarmayı seçen dansçılar yetiştirebilmek, sanat yaşamlarını erdemli davranış ve ilkelerle oluşturma anlayışı edinmelerine katkı sağlayabilmekti. Çünkü ben Cebeci'deki Konservatuvarın öğrencisiydim. Türkiye'nin kurtuluş savaşı sonrası, sancılar yaşadığı bir dönemde 1936 yılında kurulmuş bir okuldur Cebeci'deki Konservatuvar. Türkiye'nin çok değerli aydınları ve yurtdışından davet edilmiş hocalarıyla çok iyi bir eğitim kadrosuna sahip olan bu okulda öğrencilerin temel ihtiyaçları da karşılanarak çok önemli sanatçılar yetiştirilmiştir. Ben bu okulda yetiştim ve öyle bir okulun var edilmiş olmasını çok önemli buluyorum.  Çünkü bizim ülkemiz ne tam Batılı, ne de tam Doğulu. Böyle bir okulu o dönemde kurmak insana yapılmış büyük bir yatırımdır ve ben bu yatırımın günümüzde tüm coğrafyaya yayılması konusunda yönetimlerin yetersiz kaldıkları kanaatindeyim.   
 
Bu yıl İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı'nda eğitim veriyorsunuz. Bu değişikliğin Ankara için üzücü olduğu kadar İstanbul için de sevindirici olduğunu düşünüyorum. 
 
Evet, geçici görevle, 2010-2011 güz döneminde İstanbul Üniversitesi'nde ders vereceğim. 1974'te Devlet Opera ve Balesi'nde artistik, akademik ve bürokratik alanlarda edindiğim 26 yıllık deneyimle bir süreliğine de olsa buradaki eğitime katkım olabilirse ne âlâ! Öte yandan, kızım Ceren ve kardeşlerimin de İstanbul'da yaşamaları nedeniyle burada olmaktan mutluyum.  
 
Eğitimci olarak hangi prensipleri benimsediniz? Uzun yıllar süren teknik eğitimde öğrenci motivasyonunu nasıl dengede tutuyorsunuz?  
 
Motivasyon konusunda öğretmenin yaklaşımı çok önemlidir. Sınıfta yıldız öğrenci seven öğretmenler vardır. Ben eşitlikçi bir eğitmenim. Bir hocanın yıldız olacağını umduğu öğrenci, özel hayatına, bedenine ve zihnine yönelik özensizliği gibi nedenlerle dansçı yaşamının gereklerine çok uygun davranmayabilir. Ama aynı öğretmenin hiç ummadığı bir öğrenci, inatçılığı, başarma ve öğrenme isteği, hayata tutunmaktaki kararlılığıyla, okuldan sıradan bir dansçı olarak mezun olmuşken, ileride çok önemli konumlara yükselebilir. Hayat, emek veren, çalışanlar için sürprizlerle doludur. Öğretmenler ilgilenmek, motive etmek ve fırsat sunmakta mümkün olduğunca eşit davranmalılar. Bedensel olanaklar her şey demek değildir. Ben insanın aklına ve yüreğine çok inanıyorum. Yüreğiyle isteyip, aklıyla beslerse, aşılmayacak güçlük yoktur diye düşünüyorum.
 
Konservatuvar sınavlarını kazanan her bale öğrencisi mezun olarak bale dansçısı olma başarısına ulaşamıyor. Son derece yıldırıcı olan bu süreçte doğru yönlendirilme çok önemli, öyle değil mi? 
 
Klasik bale dansçısı olmak birçok kriteri bir arada taşımayı gerektiriyor. Bu kriterlere elbet herkes sahip olmayabilir. Bazen öğrencinin fiziği çok uygunken tabiatı bu mesleğe uygun olmayabiliyor. Bale eğitimine gelen çocuklar bu mesleği 10-11 yaşlarında, güçlüklerini henüz bilmeden seçiyorlar. Bale sanatçılığının, kendi vücudu ve fizik kurallarıyla savaşmayı gerektiren bir meslek olduğunu, eğitim sürecinde anlıyorlar. Uçuşan tütülerin giyilip kelebekler gibi dans edildiği izlenimi bırakan bu mesleğin görünmeyen yüzünde yer alan o 'ağır işçi gibi çalışmak zorunluluğunu' her dansçı adayı benimseyemiyor. Son derece yetenekli olsa bile, öğrencilerin bir kısmı bu mücadeleden yılabiliyor. Bunun sakıncasını gördüğümüz için biz Ankara'da 1980'li yıllarda eğitimde denklik aldık. Böylece eğitim süresince bu mücadeleden vazgeçmek isteyen veya sakatlanan öğrenci, öğrenim hayatına başka bir kurumda devam edebildi. Yani 10-11 yaşlarında profesyonel bale eğitimi almaya başladı diye herkes bale dansçısı veya eğitmeni olacak diye bir kural yoktur.    
 
Bu zorlu süreci tamamlayanları da kadro sıkıntısı bekliyor. Şu halde bale eğitimini tamamlamış mezunlar ne yapmalı?  
 
Devlet baleleriyle özel dans toplulukları var ve sayıları şimdilerde giderek artıyor. Cem Ertekin'in topluluğu 39 yıldır, Zeynep Tanbay'ınki ise 2006'dan bu yana varlıklarını sürdürüyorlar; bu ikisinin dışında Anadolu Ateşi ve geçtiğimiz yıl kurulan Shaman'ı da sayabiliriz. Bu örneklerin zamanla çoğalacağını umuyorum. Bale eğitmenliğinin önemli unsurlarından biri de mesleki ilkelerin aktarılması yani akademisyenliktir. Gerek işini yaparken göstereceği titizlik, gerekse nasıl bir hayat sürdürmesi gerektiği gibi konuları öğrencisine aktaracak kişinin biraz olsun sahne tecrübesi ve disiplinini yaşamış olması gerektiğine inanıyorum. Ancak bu, her dansçı iyi hoca olur, ya da dans etmemiş biri yeterli öğretemez demek değil. Ama sahne üzerini yaşamış olmanın olumlu katkıları da yadsınamaz. Bu nedenle akademisyenliği hemen seçilecek bir yol olarak görmüyorum doğrusu.   
 
Bir eğitmenin farklı eğitim metotlarını deneyimlemiş olması öğrenciye yaklaşımı ve onu şekillendirmesinde önemli yer tutuyor elbet, öyle değil mi? 
 
Bence bu durum öğretmenin hareket alanını genişletiyor. Ben İngiliz tekniğinde eğitim gördüm, sonra Devlet Opera ve Balesi'nde Rus hocalardan eğitim aldım. Okulda hocalık yaptığım yıllarda Vladimir Tolstoukhin'le Vaganova metodiği çalıştım. Derken bu kadarla yetinmek istemedim, kalıba girmiş gibi hissettim ve ABD'ye gittim. School of American Ballet'de (Balanchine) dersleri izleyip çok etkilendim. Gördüm ki kökenleri Bournonville ekolüne dayanıyor. Sadece Rus veya sadece İngiliz tekniği diye diretmenin anlamsız olduğunu düşünüyorum. Farklı teknikleri harmanlamayı; dansçıyı güzelleştirecek, geliştirecek yönde eğitebilmeyi benimsiyorum. O yüzden zengin bir dağarcık çok önemli. Tüm bunları biliyor olmak, yemeğe kattığımız baharatların çeşidini çoğaltıyor. O baharatı nerede, ne dozda kullanacağıma dikkat ediyorum. Bu anlattığım her dalda geçerli tabii. Eğitimciler kendilerini sürekli güncellemek zorundalar. Ben bale hayatına 1965 yılında girdim ama 65'ten kalma bilgilerimle şu an eğitimcilik yapamam çünkü dünya ilerliyor, çağa uymak çok önemli.  
 
Uzun yıllar tek ve aynı lezzette yemek yediğinizde bu lezzet sizin damak alışkanlığınız haline gelir. Size farklı bir lezzet sunulduğunda farkına bile varmayabilir hatta reddedebilirsiniz.  
 
Doğru düşünüyorsun. Peki, pişirdiği yemeği kimsenin yemediğini, 'eline sağlık' demediğini görmek de üzmez mi insanı?  
 
Konservatuvarlar arasında bale yarışmaları düzenlenmesi, öğrencileri ve eğitmenleri teşvik etmek, onları işbirliğine yönlendirmek adına motive edici bir girişim olabilir, diye düşünüyorum.  
 
Bence yarışmadan önce bir iletişim ağı oluşturabilmemiz gerekiyor. Biz 2006 yılında Kadir Okurer ile birlikte Varna Yarışması'na gitmiştik. Mimar Sinan öğrencileri de yaz kursuna gelmişlerdi. Çok hoşuma gitmişti onları orada görmek. Dönüşte Mimar Sinan Konservatuvarı'ndan Dilek Evgin ve İstanbul Üniversitesi Konservatuvarı'ndan Zehra Tarım ile görüştüm. Ankara, İstanbul, İzmir arasında bir dayanışma ağı oluşturalım ve birbirimizden haberdar olalım istedik ama bunu sürdüremedik. Şimdi Ankara ile bağımı tam koparmadan burada İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı'ndayım, belki bundan sonra gerçekleştirebiliriz böyle bir paylaşımı. Sonrasında bir yarışma olur mu bilemiyorum ama okulların birbirlerinin deneyimlerinden yararlanması gerektiğine inanıyorum. Dünya çok büyük, her yerinde sayısız dansçı var, öğretmenlikte de bu böyle. Bir başkasıyla rakip olmak yerine herkes kendi sanatında aşama yapmayı ilke edinmeli.  
 
Sözlerinizden, bale camiasındaki tüm yönetici ve eğiticilerin dayanışma içerisinde olmaları gerektiği sonucunu çıkarabiliriz. Peki, konservatuvarların bale bölümleri ve devlet baleleri arasında böyle bir işbirliği ortamı var mı? 
 
Bu, okullardaki yöneticilerle devlet balelerindeki yöneticilerin kişisel ilişkileriyle doğrudan orantılı bir olgudur. Ülkemizde bu işbirliği, eğitim tarihimizin hiçbir döneminde kurumsallaştırılamadı. Oysa dünyada isim yapmış bale topluluklarıyla okullar arasında, dansçı/eğiticiler aracılığıyla sürdürülen bir bağ mevcuttur. Yöneticiliğim sırasında bu konuda yaptığım girişimlerin, muhataplarımın idealizmleriyle sınırlı kaldığını söylemek zorundayım. Üniversitelerin ders saat ücretlerinin çok düşük olmasının da bu soruna etki ettiği kanaatindeyim. Özel stüdyolarda ders vermek ya da stüdyo açmak ekonomik olarak daha verimli olabilir. Ama bu mesleği, okulun mezunlarının kalitesini inceleyecek, eleştirecek kadar seviyorsak bazen maddi çıkarları bir kenara bırakarak, tecrübe ve bilgimizden genç kuşakların faydalanmasını sağlayabiliriz. Bu nedenle diyorum ki, okuldan çıkan dansçıların seviyelerini eleştirenlerin ellerini taşın altına koymaları hususunu gözden geçirmeleri gerekir.  
 
Belki de bu bağ oluşturulamadığı için, zaman zaman okullarımızdaki eğitim eleştiriliyor, iyi dansçılar yetiştirilemiyor diye. Oysa 1984 yılından bu yana gözlemliyorum, okuldan yeni mezun olmuş, 1-2 yıllık dansçılar devlet opera ve balelerimizde solist rollerde dans ediyorlar. Demek, iyi bir altyapıdan geliyorlar ki solist olarak görevlendiriliyorlar. Bale topluluklarının, kendine özgü yanlarından biri de okul işlevi görmesidir. Genç dansçılar iyi bir toplulukta serpilir, gelişir ve olgunlaşırlar.  
 
Sanatçı adayı, mesleğiyle ilgili sosyal sorumluluk bilincinin ne kadarını, yetiştirildiği kurumdan almalıdır? 
 
Bence bu daha çok, yöneticilerin, eğitimcilerin üstlenmeleri gereken bir görev olmalıdır. Erki elinde tutan insanların bu bilince sahip olması gerekir. Yönetici görevini üstlenenler ya da eğitimciler, meslektaşlarına ve öğrencilerine, bilgilerini, ürettiklerini tüm toplumla paylaşmaları ve aktarmalarının görevlerinin bir parçası olduğu olgusunu benimsetmeliler. Aksi takdirde, sırça köşklerimizde, toplumla iletişimi zayıf bir halde kendi kendimize kalırız.   
 
Bale dansçıları daha iyi dans edebilmek ve bale eğitmenleri de daha yeterli öğretebilmek üzerine kendilerini geliştirmek konusunda devlet desteğine ve yönlendirilmeye mi ihtiyaç duyuyorlar? 
 
Bir öğrenciye meslek eğitimi vererek onu biçimlendiriyorsun. Atölye çalışmalarına, yaz kamplarına yönlendiriyorsun, dünyada baleyle ilgili gelişmeleri takip edip öğrencilerine aktarıyorsun ve onların bu mesleği sevmelerini, sahiplenmelerini sağlıyorsun. Bu anlamda öğrencisine örnek olabilecek bir eğitmen olmayı hedeflemek çok önemli. Tabii bu gönüllülükle yürütülmesi gereken, kişisel istek ve inançla var olabilen bir sorumluluktur. Bu istek ve inancı aktarabildiğiniz öğrenci, dansçı ya da eğitmen ne yapıp edip kendini geliştirmenin yollarına ulaşır. Elbet devlet desteği sağlanmasına bir diyeceğim yok, ancak ille de bu desteği bekleyerek bir ömür tüketmek de bana akıllıca gelmiyor doğrusu.  
 
Birçok ilimizde son derece kapsamlı sahneler yapılıyor fakat bu sahnelerde yer alacak sanatçı adayları bu illerimizde yetiştirilmiyor. Devlet baleleri de yine aynı durumda… 
 
Öyle görünüyor ki, işin inşaat kısmı daha çok ilgilendiriyor yöneticileri. Bir plan oluşturmadan 'yapalım-açalım da sonra ne olursa olsun' demek çok yanlış. Politik erki elinde bulunduranların kültür-sanat alanında ülke çapında yaygın bir plan ve anlayışları ne yazık ki yok. Ankara, İstanbul, Antalya, Mersin ve yeni açılan Samsun… Ülkemizdeki opera ve bale kurumları bu şehirdekilerle sınırlı. Okullar ise Ankara, İstanbul ve İzmir olmak üzere sadece üç ilimizde eğitim veriyor. Bu durum, başka illerde yaşayan vatandaşlarımıza haksızlık! Yeni devlet baleleri nadiren de olsa açılıyor ama başlangıç hamlesinin ardından bir köşede unutuluyorlar. Örneğin 80'lerin sonunda açılan Mersin Balesi aradan geçen nerdeyse 30 yıla rağmen sağlıklı bir yapılanmaya kavuşamadı. Antalya Balesi kurulduğunda çok iyi dansçılar orada çalışmayı seçtiler. Çok parlak bir bale topluluğu oluşmuştu ki topluluk kendi haline bırakıldı. Yeni kurumlar çok güç açılıyor bu ülkede ve ardından ihmal ediliyorlar… Yeni doğan gürbüz bir bebeği beslerseniz sağlıklı bir yetişkin olur, aksi takdirde güdük kalır. Oysa Türkiye çok güzel, zengin ve insanları da yetenekli bir ülke.  
 
Modern dans eğitimi alan öğrenciler hem deneysel çalışmalar hem de mesleki işbirliklerinde dans sanatını daha güncel kılıyorlar. Bu işbirliği klasik bale camiasında neden sağlanamıyor? 
 
Kendilerini görünür kılmakta daha başarılı olduklarını söyleyebiliriz. Sanırım çağdaş dansçılar zaman açısından biraz daha özgürler. Bu bir etken olabilir. İkincisi çağdaş dans pek çok olanak sağlıyor dans edebilmek adına. Klasik bale dansçılarının günlük yaşamları bile pek çok zorunluluk içeriyor. Prova ya da gösteri yapmasalar bile her gün bale dersi yapmak ve günlerinin büyük bölümünü salonda geçirmek zorunda kalıyorlar. Çağdaş dansçılar ise istedikleri mekânda diledikleri dansı performans olarak sergileyebilirler. Hem etkinlikleri çeşitlilik içeriyor hem de klasik balenin içerdiği kısıtlamalardan uzaklar. Yani bu durum daha güncel, işbirliği yapabilir olmalarını açıklıyor diye düşünüyorum. Ayrıca, iki alan arasındaki gelenek farkını göz ardı edemeyiz sanırım. Ben dans alanında güncellikten çok, toplumun ne kadarıyla ve ne tür bir ilişki kurulabildiğiyle ilgileniyorum. Sanatçı ve seyirci arasında diyalog kurulmasını önemsiyorum. Toplumla diyaloğa girmek, üretilenleri paylaşmak gerekir.
 
SELEN YILMAZ
studioprimavera@gmail.com
 


Akçaağaç Sok. Görhan Apt. No: 1/1A Acıbadem Üsküdar / İSTANBUL | T: 0532 343 9328 | F: 0216 326 39 20