SÖYLEŞİ

Türkiye'nin en kahraman tenoru

28.09.2011


Paylaş:

 
2011 Donizetti Ödülü sahibi Ünüşan Kuloğlu Wagner icracılığı kariyerinde emin adımlarla ilerliyor
 
Türkiye yıllardır aradığı 'Wagner tenoru'na sonunda kavuşmuş gözüküyor. Bariton olarak başladığı opera yorumculuğu kariyerini, yakın geçmişin dev Wagner yorumcularının yönlendirmesiyle artık heldentenor olarak sürdüren Ünüşan Kuloğlu son olarak Ankara Operası'nın sahnelediği Tannhauser operasında üstlendiği başrolde sergilediği performansla dikkatleri üzerine bir kez daha çekti. Donizetti 2011 Klasik Müzik Ödülleri'nde Yılın Erkek Opera Yorumcusu seçilen Kuloğlu ile heldentenor olmanın incelikleri üzerine sohbet ettik.    
 
Siz kariyerinizde hem İtalyan hem de Alman repertuvarı operalarının başyapıtlarında önemli rolleri icra ettiniz. Bu nedenle size, Weber ya da Wagner operalarında söylemenin İtalyan operalarında söylemekten stil açısından ne gibi farklılıkları olduğunu sormak istiyorum. 
 
Ben kariyerimde çok fazla İtalyan operası söylemedim açıkçası. Baritonken söylemiştim ama tenor olduktan sonra çok fazla fırsat bulabildiğimi söyleyemem. İtalyan operası olarak Nabucco ve Tosca operalarında söylediğimi hatırlıyorum. Bunun dışında Fransız opera repertuvarından Werther'de söyledim. İtalyan opera aryalarını tabii ki sıklıkla seslendirdim fakat komple opera şeklinde söylemeye pek fırsat bulamadım. 
 
İtalyan operaları daha çok sözlerin ritminden oluşur ve orkestra size çok güzel eşlik eder. Alman operalarında ise daha büyük ve daha yoğun bir orkestra söz konusudur. Siz de kendinizi o orkestranın bir parçasıymış gibi görmek durumundasınız. Bunun dışında Alman operalarını söyleyebilmek için çok iyi bir artikülâsyona sahip olmanız gerekir. Alman operalarında, İtalyan güzel şarkı söyleme tekniği olan bel canto'nun yolu daha fazla artikülâsyondan geçer. Konsonantları (sessiz harfleri) çok iyi telaffuz etmeniz ve sessiz harfleri sesli harflere çok iyi bağlamanız gerekir ki o sözcük bir fraz içinde çok güzel ışıldasın ve yerini bulsun. 
 
Alman eserlerini söylerken de bel cantoyu düşünebilmemiz elbette mümkün. Wagner hayatının büyük bir bölümünde Bellini'ye olan hayranlığını dile getirmiş ve bunu eserlerinde de göstermiştir. Rienzi, Uçan Hollandalı ve Lohengrin operalarında bunu çok net bir şekilde görebiliriz. Ben bunları elbette form açısından söylüyorum. Wagner'in operaları, içinde hep bir İtalyan operası formu barındırmıştır. Wagner'in 'Benim eserlerimi söyleyen operacıların bel cantodan uzaklaşmamalarını tercih ederim.' dediğini de çeşitli anı ve mektuplarından biliyoruz. Dolayısıyla bunlar çok çok farklı stiller olmakla beraber aynı zamanda birbirinden beslenen stillerdir. 
 
Sizce ülkemizdeki opera kurumları Wagner ya da Richard Strauss gibi bestecilerin eserlerini sahnelemeye neden pek yanaşmazlar? 
 
Bu, öncelikle bir jenerasyon meselesi bence. Biz genellikle İtalyan operalarının sevildiği bir topluma hizmet ediyoruz. Yani Madama Butterfly, La Bohéme, La Traviata, Carmen gibi eserleri her zaman repertuvarda görmek isteyen bir topluma… Maalesef biz bu repertuvarı uygulamaya çalışırken Alman operalarını hep dışarıda tutmuşuz. Bunun dışında, Der Freischütz gibi bazı Alman operaları, konuları nedeniyle rağbet görmüyor. Bazıları için ise uygun sesleri bulmak çok kolay olmuyor. Bu nedenle şarkıcılarımızın aynı zaman dilimlerinde çok farklı stillerde şarkılar söylemeleri gerekebiliyor. Bu durum şarkıcılarımızı da zorlayabiliyor. Dolayısıyla; doğru zaman, doğru sesler ve bunların sonucunda doğru repertuvar çıkıyor ortaya.  
 
Türk opera izleyicisi Wagner istiyor  
 
Ülkemizdeki klasik müzik severlerin sözgelimi Wagner'in müziğine aşinalık kazanması çok mu zordur? 
 
Hayır, hiç de zor değil. Ben bu tip endişeli sorularla Valküre operasının birinci perdesinin konser versiyonunu Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası ile seslendirmeden önce de karşılaşmıştım. Türkiye'de bu müziğe karşı büyük bir ilgi var aslında. Çünkü insanlar artık farklı bestecilerden ve farklı repertuvarlardan eserler dinlemek istiyor. Bizim seyircilerimiz olduğu yerde durmuyor. Araştıran ve okuyan bilinçli seyircilere sahibiz. Dolaysıyla opera sanatındaki farklı noktaları da görmek istiyorlar.  
 
Bence biz, bina standartlarımızın el verdiği tüm farklı tarzda operaları sahnelemeye çalışmalıyız. Bence artık biz Türkiye'de Valküre ya da Parsifal operalarını sahneleyebilecek ses materyaline ve anlayışa sahibiz. Biz bu sene ilk defa bir Händel operası sahneledik. Bu da bir ilkti ve bence bu ilkler artarak devam etmeli. Son zamanlarda farklı repertuvarlardan eserleri opera kurumlarımızda görmeye başladık. Bu bizim için çok sevindirici bir gelişme. 
 
Opera kurumlarının repertuvarlarını belirlemesi sürecinde rejisörlerin rolü sizce nedir? 
 
Rejisörler elbette tekliflerini belirtebiliyorlar. Açıkçası, repertuvarın belirlenmesinde rejisörlerin ne kadar belirleyici olabildiği konusu, benim için de yanıt bekleyen bir sorudur. Kurumların sanat kurulları vardır ve gelecek sezonlarda sahnelenecek eserler bu kurullarda değerlendirilir. Bildiğim kadarıyla, öncelikle eserler belirleniyor, daha sonra rejisörlere gidiliyor. 
 
Rejisörler sahnelemeyi istedikleri eserler ile başvursalar çok daha iyi olmaz mı? 
 
Rejisörler elbette bu tip teklifler sunuyorlardır. Mesela biz Ankara Operası'nda bu şekilde Händel'in Tamerlano operasını sahneledik. Mehmet Ergüven'in bu eseri sahnelemek için gösterdiği çabayı ben çok yakından izledim. Bildiğim kadarıyla, rejisörler sanat kurullarına tekliflerini sunarlar, kabul edip etmemek ise sanat kurullarının inisiyatifindedir. 
 
Fakat rejisörlerle ilgili bundan çok daha önemli bir başka konu daha var. Maalesef opera rejisörlerimizin sayıları çok azaldı. 65 yaş gibi emeklilik sınırlamalarının rejisörlerimizi zorladığı bir dönem yaşanıyor. Ben, özellikle yaratıcı emek veren rejisör ve dekoratör gibi sanatçıların hiçbir şekilde emekli olamayacağını düşünüyorum. Aynı şey şancılar için de geçerli. Mesela Ayhan Baran'ın hâlâ konserler yoluyla sanatını halkla paylaşmaya devam ettiğini görebiliyoruz. Dolayısıyla emeklilik, sanatçılar için kanuni olarak söz konusu olabilirse de reel hayatta söz konusu olmamalı. 
 
Peki, siz neden Alman opera repertuvarına yöneldiniz? Kişisel bir sebeple mi yoksa sesiniz en iyi bu repertuvarı söylemeye el verdiğinden mi dolayı mı? 
 
Ben konservatuvar eğitimim süresince bariton repertuvarına çalıştım. Profesyonel sanat hayatıma da bariton olarak başladım ve yine bariton olarak İspanya Kraliyet Müzik Akademisi'nde yüksek lisans yaptım. Zaman, sesimi geliştirip değiştirerek beni tenor repertuvarına yönlendirdi. Tenor repertuvarını çalışmaya başlamadan önce birkaç yarışmaya katılmıştım. Bunlardan biri, 2003 yılında Oslo'da düzenlenen Kraliçe Sonja Uluslararası Şan Yarışması idi. Yarışmanın jüri üyeleri arasında Tom Krause, Christa Ludwig, Paul-Émile Deiber ve Luigi Alva gibi eski opera yıldızları vardı. Ödül töreninden sonra tüm bu saydığım isimler bana şunu söylediler: 'Siz çok güzel şarkı söylüyorsunuz fakat bariton değil, heldentenorsunuz.' 
 
Ayrıca Birgit Nilsson ölümünden çok kısa bir süre önce İspanya Kraliyet Müzik Akademi'sine gelip bir ustalık sınıfı yapmıştı. Ben de o sırada bariton repertuvarına çalışıyordum. Ben aryamı söyledikten sonra Nilsson bana 'Valküre'den Winterstürme'yi biliyor musun?' diye sordu ve bu aryayı benden dinlemek istediğini söyledi. Ben de ertesi gün çalışıp söyledim. Bana 'Ben uzun zamandır senin gibi bir heldentenor dinlemedim, bence baritonluğu bırakıp sesini bu yönde eğitmeye başlamalısın.' demişti. 
 
Sonrasında ben Alman Opera Ajansı'nın düzenlediği yarışmada birinci oldum ve bana bir albüm yapıldı. O albümde Uçan Hollandalı ve Der Freischütz gibi operalardan aryalar söyledim. Daha sonra hep bu ses renginde olan karakterler için aranır oldum. Benim ses rengime 'genç heldentenor' diyorlar Almanya'da. 
 
Ses renginizin heldentenor olduğunu söylediniz. Bu ses renginin ayırt edici özellikleri nelerdir? Ses renginize dair bilgi verir misiniz? 
 
Alman operalarında baş tenor rolünü söyleyen ses rengine 'heldentenor' denir. Tannhäuser'de Tannhäuser, Valküre'de Siegmund, Siegfried'de Siegfried, Der Freischütz'de Max rolleri gibi. Bunlar hep heldentenor partileridir. Heldentenorlar büyük orkestraları bastırabilecek güçte bir sese sahip olurlar. Bu ses renginin en belirgin özelliği uzun soluklu olmasıdır. Az evvel saydığım operaların en kısası üç saat sürer. Yani bu operaları başından sonuna kadar koca bir orkestranın eşliğinde yüklü bir şekilde söylemek durumunda kalıyorsunuz. Ve bu iş çok fazla dayanıklılık ister. Bu arada bu anlattıklarım hep kitaplardan alınmış tariflerdir, bana ait tanımlar değildir. 
 
Sizce başarılı bir opera şarkıcısı olmak için çok iyi bir sese sahip olmak dışında neler gerekir? 
 
Başarılı bir opera şarkıcısı olmak için elbette ses çok önemli bir unsurdur. Ama ses tek başına yeterli olmayacaktır. Başarılı olabilmek için mutlaka doğru işleri, doğru kişilerle, doğru yerlerde yapmanız gerekir. Çok disiplinli bir hayatınız olmalı ve sesinize çok iyi bakmalısınız. Ayrıca bu güzel materyali müzisyenliğinizi geliştirerek ve halen bir öğrenci olduğunuzu hiçbir zaman unutmayarak zenginleştirmeniz gerekir. Ben bu yüzden çok fazla şan dersi vermedim. Çünkü halen öğrenci olduğumu düşünüyorum. 
 
'Opera şarkıcısı bir şancı-aktör' olmalıdır görüşüne katılıyor musunuz? 
 
Bence bu son derece önemli bir konu. Bizler öncelikle tiyatro sanatçılarıyız. Birkaç sene evvel Rolando Villazón bir röportajında şunu söylemişti: 'Ses ve teknik gibi şeylerin hepsi sahnede geride kalır, sahnede aktörüz.' Mesela, ben Tannhäuser rolünü söylerken hep Tannhäuser'in yaşadığı o ikilemi düşündüm yani öncelikle karaktere konsantre oldum. O opera, karakter analizi açısından sizden neyi istiyorsa onu yapabilmelisiniz. Zaten şan otomatik olarak tüm bunlara eşlik edecektir. Seyircilerimiz de gerçekten çok dikkatli, doğal olmayan en ufak jest, hareket ve mimiği bile fark ediyorlar. Eğer doğal olmazsanız, seyirci ile aranıza büyük bariyerler koymuş olursunuz. Dolayısıyla iki taraf birbirini kucaklayamamış olur. 
 
İtalyanca, Almanca ve Rusça gibi birçok dilde şarkılar söylüyorsunuz. Sizce tüm bu dilleri öğrenmek - icranın kusursuzluğu açısından - bir zorunluluk mudur yoksa 'ezberlemek' yeterli midir? 
 
Tabii ki ezberleyerek de söylenilebilir. Ama ben her opera sanatçısının aynı zamanda iyi bir filolog olması gerektiğini savunanlardanım. Bu, şancıya çok büyük kolaylıklar sağlar. Bu sayede söylediğiniz kelimelerin vurgusunu çok iyi yapabilirsiniz. Ayrıca temsil esnasında size hitap eden meslektaşlarınızın size ne söylediğini iyi anlayıp ona göre reaksiyon gösterebilirsiniz. Dolayısıyla, dili bilmek çok büyük bir artıdır ama her zaman bir zorunluluk değildir. Fakat iyi telaffuz edebilmek her zaman bir zorunluluktur.  
 
Tannhauser'i Wartburg Şatosu'nda da söyledi 
 
Geçtiğimiz sezon Ankara Operası'nda sahnelenen Wagner'in Tannhäuser operasında Tannhäuser rolünü başarıyla icra ettiniz. Bildiğim kadarıyla bu operayı, konusunun geçtiği Wartburg Şatosu'nda da söylediniz. Ayrıca bu rolü seslendiren ilk Türk operacısınız. Sizde bu operanın ayrı bir yeri olmalı… 
 
Bana Tannhäuser operası ilk kez 2007 senesinde teklif edildi. Çok kısa bir zamanda hazırlanıp Wartburg'da konser şeklinde seslendirdik. Orası, operadaki Elisabeth karakterinin ikinci perdedeki aryasını söylediği bilinen ünlü salondur. Atmosfer inanılmazdı. Salonun pervazlarında operanın her bir karakterinin o dönemden kalma goblen figürünü görmek mümkün. Yapı, UNESCO tarafından dünya kültür mirası listesine alınmış. Bu ilk Tannhäuser deneyimi benim için çok zordu. Birçok şeyi yeni yeni halletmeye başlamıştım. Almanya'da çıkan çok ünlü bir dergi, bizim yaptığımız Tannhäuser'i 'Kaçırılmaması gereken bir etkinlik' olarak duyurmuştu. Yıllar sonra kendi ülkemde de Tannhäuser'i ilk defa söyleyen operacı oldum. Umarım gerisi de gelir. 
 
Siz yurtdışında hatırı sayılır bir kariyer yaptınız. Yurtdışına açılmak isteyen genç operacılarımıza hangi tavsiyelerde bulunursunuz? 
 
Öncelikle bir adanmışlık ve iyi bir planlama gerekiyor. Türkiye'de biz Edirne'ye kadar belki çok başarılıyız. Fakat Edirne'nin ilerisine çıkmak istediğimizde eksikliklerimiz önümüze geliyor. Türkiye'de bizim en büyük sorunumuz ajans sorunudur. Biz yurtdışında şarkı söyleyebilmek istiyorsak öncelikle bir menajere bağlanmamız gerekiyor. Elbette maddi güç çok önemli. İşin maddi boyutunu bu sürecin dışında tutmak hayalcilik olur. Ben de bu konuda birçok sıkıntı yaşadım. Halen de yaşıyorum. Edirne'den ileriye adım atabilmek için ayrıca en azından bir yabancı dili Türkçeye yakın konuşabilmemiz gerekiyor. Dünyanın ortak dili İngilizcedir belki ama operanın dili İtalyanca ve Almancadır. Dolayısıyla yabancı dilin de çok büyük önemi olduğunu düşünüyorum. 
 
Bundan sonra içinde yer alacağınız projelerden bahseder misiniz? 
 
Gelecek sezon Almanya'da Lohengrin operasında söyleyeceğim. Ayrıca Güney Amerika'da da bir Wagner projesinde yer alacağım. Bu arada bu sene Wagner Cemiyeti'nin davetlisi olarak New York'a gittim. Her sene 10 sanatçıyı davet ediyorlar sanırım. Orada, içlerinde James Levine'ın da bulunduğu çok üst düzey bir müzisyen çevresine sesimi dinlettim. New York'tan da çok güzel tepkiler aldım.       
 
Andante klasik müzik dergisi tarafından tertiplenen Donizetti 2011 Klasik Müzik Ödülleri'nin Yılın Erkek Opera Yorumcusu ödülünü siz aldınız. Bu konuda neler söylemek istersiniz? 
 
Onur duydum. Çünkü benimle beraber o ödüle aday gösterilen çok önemli opera sanatçıları vardı. Tabii bu durum benim omzuma daha büyük bir sorumluluk bindirdi. Bu çizgiyi daha da yükseltmem gerektiğini anladım. Harika bir organizasyondu. Yılın Kadın Opera Yorumcusu Burcu Uyar'ı ve diğer ödül alan sanatçı arkadaşlarımı da kutlamak istiyorum. O geceyi eşimle birlikte sürekli birbirimize hatırlatıyoruz ve sanırım uzun bir süre daha hatırlatmaya devam edeceğiz.   
 
 
ONUR AYDIN
onorecolto@hotmail.com
 


Akçaağaç Sok. Görhan Apt. No: 1/1A Acıbadem Üsküdar / İSTANBUL | T: 0532 343 9328 | F: 0216 326 39 20