21.09.2011
İçinde bir şekilde müzik kullanmayan sinema filmlerinin sayısının kıyasen ne kadar az olduğunu düşününce, müziğin sinema sanatındaki önemini yadsımak imkânsızlaşıyor. Bunun dramatik ve kavramsal anlamı, dergimizin konusunu aşsa da, zaman zaman, klasik müziğin kullanıldığı filmler ve bu filmlerde müziğin nasıl kullanıldığı, başka bir sanat disiplininin ifade biçimine ne kattığı ve ne anlama geldiği ile ilgili yazılara yer vereceğiz. Bu konudaki ilk örneğimiz, belki de sinema tarihinde klasik müziğin kişisel ve politik anlamda hayatımızdaki yerini en çok sorgulayan filmlerden birisi: Anthony Burgess'in aynı adlı romanından Stanley Kubrick'in 1971 yılında yaptığı 'Otomatik Portakal'.
İlk bakışta müziği bir konu olarak almış gözükmese de, Otomatik Portakal aslında, müziğin ve sanatın hayatımızdaki yerine dair de bir eser. Film kısaca, şiddet bağımlısı ve her türlü suçu işlemeye eğilimli Alex'in, işlediği cinayetten sonra tabi tutulduğu (gerçekte var olmayan) 'Ludovico Tedavisi' sonucunda, şiddet görmeye dahi tahammülü olmayan bir kişi haline dönüşmesini anlatıyor. Filmin esas teması denilebilecek olan doğru ile yanlışı özgürce seçme hakkı bu olaylar örgüsünde irdelenirken, en az şiddet çerçevesindeki olaylar kadar önemli bir arka plan var: müzik.
Hem Alex gerçek bir Beethoven tutkunu hem de Kubrick'in filmin fonunda kullandığı klasik müzik neredeyse hiç susmuyor. Bu devamlılık ne rahatsız edici ne basit; tamamıyla bilinçli, tamamlayıcı ve yönlendirici. Bu müziği iki anlamda değerlendirmek mümkün. Birisi Alex'in hayatındaki diğeri ise filmin dramatik kurgusu içindeki yeri.
Alex'in cinayeti işlediği ana kadar geçen ilk 40 dakikada denilebilir ki müzik hiç susmuyor. Bu sürede duyduğumuz müzikler Purcell'in Kraliçe Mary'nin Cenazesi için Müzik isimli eseri, Rossini'nin Hırsız Saksağan operası uvertürü ve Beethoven'in 9. Senfonisi. Purcell'i sadece Wendy Carlos'un elektronik düzenlemesiyle dinlerken, Rossini'yi orijinal haliyle, Beethoven'i ise hem Ferenc Fricsay'ın DG kaydından hem de, yine, Wendy Carlos'un elektronik düzenlemesiyle dinliyoruz. Purcell'ın elektronik uyarlaması, filmin girişinde, eserin tamamına uygun futuristik bir ortam yaratıyor ve bir 'leitmotif' şeklinde tüm film boyunca duyuluyor. Kubrick'in Purcell tercihi, iyi müzik kadar güzel konuşmayı da seven ve yapma bir Elizabeth dönemi İngilizcesiyle gösterişli bir söylemi olan Alex'in o çağ ile olan bağlarını da vurgulamak olmalı.
Rossini'nin seçiminin önemi daha da büyük. Alex'i tanımaya başladığımız ve işlediği tüm suçları birer birer görürken, bu suçların dehşetinden uzaklaşmamız ve Alex'in ikilemini ne kendimizi onun yerine koyarak ne de tamamen ona karşı tavır alarak, daha objektif olarak hissedebilmemiz için, şiddetin dozuna değil sadece içeriğine yoğunlaşmamızı sağlayan bir denge yaratıyor Rossini.
Muhtemelen çoğumuz, Hırsız Saksağan uvertürünün görece hafif bir müzik olduğunu düşünür. Bu müziği, terk edilmiş bir tiyatro sahnesinde koreografik hareketlerle birkaç erkeğin bir kadına tecavüz etmesi esnasında kullanarak, Kubrick, filmdeki vahşeti ironik bir anlatımla dengeliyor. Burada müziğin beynimize kodlanmış anlamları ve bunların sinematografik kullanımı üzerine düşünme kapısı aralanıyor. Aynı sahnede kullanılacak bir başka müzik aynı etkiyi yapmaz iken, Rossini ve Hırsız Saksağan kavramlarını bilen izleyicinin, müziğin de etkisiyle, sahneyi algılayışı değişiyor. Uvertür ne bu sahnede, ne sonrasındaki iki çetenin kavgasında ne de Alex ve arkadaşları bir diğer tecavüze doğru arabayla yarışmalarında, dakikalarca, bir an bile durmuyor. Ta ki bir sonraki kurbanlarına ulaşmak için vardıkları evdeki zilin Beethoven'in 5. Senfonisi'nin girişi olduğunu duyduğumuz ana kadar.
Bu ufak bir detay ise de, ve evdeki tüm vahşete Frank Sinatra'nın Singin' in the Rain'inin eşlik etmesi dergimizin konusunu aşıyorsa da, bu sahneden ibaren Alex'in Beethoven hayranlığına hazırlanıyoruz. Nitekim daha sonra her zaman takıldıkları bara giden Alex ve arkadaşları burada otururken Beethoven söyleyen bir kadına verdiği tepkiyle ilk kez anlıyoruz ki, şiddet tutkunu Alex, güzel konuşmayı sevdiği kadar güzel müziği de seviyor ve bir Beethoven delisi. Gecenin sonunda eve dönen Alex'in şu cümleleri ile dikkatlerimiz çekiliyor: 'Harika bir akşam olmuştu. Ve bu akşama mükemmel bir final için ihtiyacım olan eski dostum Ludwig van idi'. Bunları söyleyerek Beethoven 9. Senfoni'nin ikinci bölümünün kasetini koyan Alex'e tüm hayatında ilham veren, yükselten, hayal gücünü besleyenin Beethoven'in müziği olduğunu anlıyoruz.
Nitekim daha sonra bir müzik dükkanında tanıştığı iki kızla uzun bir orji yaşayan Alex'e eşlik eden, tanışırlarken Beethoven 9. Senfoni'nin bu sefer elektronik uyarlaması, yatak odasına geçtikleri andan itibaren ise Rossini'nin, bu kez de bir diğer ünlü uvertürü: Willem Tell.
Filmin ilk kısmının sonunda arkadaşlarıyla takışan Alex anlaşmazlıklarının üzerine ne yapacağını düşünürken ve yürürken birden bir evin camından gelen müzik sesiyle ne yapacağına dair ilhamı buluyor ve kazandığı bir kavga sahnesi başlıyor. Dakikalarca hiç susmayan Hırsız Saksağan uvertürü filmin ilk bölümünün sonundaki cinayete kadar devam ediyor. Bu noktada Alex'in kurbanı olan kadının kendini bir Beethoven büstü ile koruması da çarpıcı. Filmin ilk 40 dakikası, iyi müziğin kişinin ruhsal durumunu yükseltmesinden, sinemada müzik kullanımının izleyicinin duygularını yönlendirmesine kadar geniş bir yelpazede hissettirdikleri genel olarak böyle özetlenebilir. Daha sonra mahkum olan Alex'in hapishane hayatına Elgar'ın marşlarının ya da, İsa'yı kırbaçladığını hayal ettiği sahnede Rimsky-Korsakoff'un müziklerinin eşlik ettiği filmde müziğin tekrar önemli bir rol bulması, Alex'in 'tedavi' amaçlı olarak hapishaneden çıkıp hastaneye yatırılmasına denk geliyor.
Hiç şüphe yok ki filmin dramatik olarak en çarpıcı dengelerinden birisinin, şiddet için dahi ilhamı Beethoven'dan alan Alex'in, tedavisi esnasında Beethoven dinlemek zorunda bırakılması ve 'iyileştikçe' Beethoven'in 9. Senfonisini duymaya dayanamaması. Gerçekten de tedavi için, ilaç içirilerek zorla şiddet sahneleri izletilen Alex'in gördüğü görüntülerin arasında Beethoven'in müziğinin arka planında Nazi'lerin görüntüleri de yer alıyor. Alex'in 'Bunu yapamazsınız. Beethoven kimseye zarar vermedi! O sadece müzik yazdı!' haykırışı filmdeki yan temalardan birinin en çarpıcı verildiği an. Zira burada hem Alman müziği ile Almanların tarihin bir dönemindeki vahşetleri arasındaki bağı, hem Alex'in kendi şiddet duygusuyla Beethoven aşkını, hem de sanat ile politika arasındaki karşılıklı kullanma ve birbirinden beslenme ilişkisi üzerine düşünmeye başlıyoruz. Kubrick'in bu önemli filmi, suç, ceza, seçme hakkı, iyilik ve doğruluk, irade gibi kavramları, devletin ideolojisi ve bu duygularımıza dahi sahip çıkması anlamında son derece devrimci bir şekilde sorgularken, bir yandan da müziğin ve sanatın, kişisel ve toplumsal rolleri üzerine de düşünmemizi sağlıyor. Klasik müzik seven herkesin izlemesi ve üzerine düşünmesi gereken bir film Otomatik Portakal.
FEYZİ ERÇİN
feyziercin@hotmail.com