16.12.2012
Kendi doğasının gereklilikleri ve tarihsel süreç boyunca sergilediği duruştan yola çıkarak, sanatın ve sanatçının şu an içinde yaşadığımız modern dünyanın ve toplumun bakış açısı karşısındaki durumunu nasıl okumalıyız?
Sanat, yüksek ruh ve zihin ile hayata geçen bir kavrayış ve algılama biçimidir. Yetenek bunu performansa çevirir. Yani yetenek denen şey; sadece sanatçıya ve yaratıya tanık olunması için geçirgendir, iletkendir. Performans ise sanatın dilidir ve bu yüzden tin'den eksiktir, tin'in sadece yansımasıdır ve dışavurum her daim gerçek olanın gerisinde kalacaktır. Sanat, yoğun bir estetik kaygı ile doğaya, nesnelere, olaylara, durumlara olağan ve alışık olunandan farklı bakma eylemidir. Marx'a göre yaratıcı eylem, insan ve doğanın etkileşiminin sonucudur ve içinde toplumsal bir endişe taşır. Kant'a göre, sanatın kendi dışında hiçbir amacı yoktur. Tolstoy ise, sanatın bir işlevi olduğunu savunur; sanatın, yaratı ve yaratıyı algılayan ile mutlak bir bağ kurması sorumluluğu taşıması gerektiğini söyler. Özetle, toplum için sanat, ancak 'gösteren'dir ve karşısında bir muhatabı yok ise tanımlanamaz. Oysa sanat, sanatçı bir ruhun içinde var olandır, tanıksız da yaşayabilendir, hayata geçmese dahi varlığını sürdürmek için bireyi didikleyen, hırpalayan, yok eden, yeniden doğuran arsız ve yorulmaz bir dinamiktir. Birçok yazar ve düşünürün sanatın tanımına dair farklı teorileri, insanlar arasında coşkulu ve sorgusuz bir biçimde benimsenmiştir. Dolayısıyla bugün sanatın ve sanatçının ne olduğundan ziyade, bireyin beğenileri elitist çerçeveler dâhilinde ön plana çıkmış ve tartışma bu noktaya taşınmıştır. Sanat için renkler ve zevklerin tartışılmazlığı doğrudur, ancak toplumun kanıksadığı biçimde değil, çünkü tartışılmazlığı doğrudur. Sanat, varlığı adına tek bir tarafı muhatap kabul eder; o da kendisiyle iletişim kurabilendir.
Sanat ve toplumun kesişme noktaları
Sanatçı toplumla iki kez kesişir: Yaratıyı ortaya koymak için geçirdiği gözlemlerini, deneyimlerini biriktirdiği süre -ki ona yaşam diyoruz- ve yaratıyı ortaya koyduktan sonraki süreç -ki ona sanat diyoruz. Toplum endişesi taşımadan ortaya dökülen, toplumun tanıklığıyla hayata geçen, topluma istemsizce, doğası gereği yön veren ve toplumu gözlemleyip, aynı zamanda ondan kopuk olandır sanat. Örneğin, Puşkin'i Puşkin yapan, anlattıklarından çok anlatma biçimidir. Bu da tek bir nesneye yamuk bakma becerisini edinip, kişisel bir algının ve yorumlamanın farklı ve estetik bir sonucudur. Bunun içindir ki, sanat daima haklıdır. Bu yapayalnız algıya alkış tutmak ya da insana dair oluşuna el çırpmak, sanatın süreçlerinden biridir ve açılımı şudur: Sanatçıların yaratılarını, toplumla kesiştirdikleri anda hayata geçen bir 'vesikalandırma' eylemi...
Sanat-insan ilişkisi, kendi içinde şaşırtıcı, eğlenceli, trajik, ve aynı zamanda da prangalı bir dualiteyi barındırır. Bu da şu sonucu doğurur: Eğer toplum olmasaydı yazamazdık ve toplum olmasaydı kim bilir neler yazardık!
Sanatçı, zamanının önünde düşünen ve görendir
Sanat okullarına ve konservatuvarlara kabul edilmiş, bu okullardan iyi dereceyle mezun olmuş, sesini ya da enstrümanını, kalemini ya da fırçasını iyi kullanan kişi değildir sanatçı -bu eğitilmiş bir yeteneğin mesleğini yerine getirmesinden başka bir şey değildir. Türküsünü, şarkısını, aryasını dokunaklı söyleyen, enstrümanında virtüözleşen, dokuzuncu şiir kitabını çıkaran, romanları en çok satan, resimlerine yüksek değerler biçilen, heykelleri meydanlara dikilen kişi de değildir sanatçı. Topluma karşı sorumluluk hisseden, bu sorumluluk için iç sesini makyajlayan ve bunu kabul görürlüğe çeviren, çoğunluğun sesi olan, çok alkışlanan, çok desteklenen, çok beğeni toplayan da değildir sanatçı.
Sanatçı, ruhunun ve zihninin doğasından gelen farklı işleyişin bilincinde olan, bu farkındalığı çoğunluğa ve içinde bulunulan zamanın koşullarına aykırı düşmesine rağmen benimseyen ve yaşama biçimi haline getirendir. Zamanının önünde düşünen ve görendir sanatçı; merak eden, yeteneğiyle yetinemeyen, kimsesizliğe çalan, söyleyen, yazandır. Gerçek bir sanatçı, tek kişilik bir yaşamın hem başrol oyuncusu, hem eleştirmeni, hem de seyircisidir. Kendi içine sürekli paranoyakça savaş açar ve bu savaşın ne kazananı ne de yenilenidir. Yaşamak için yaşamı anlamak zorunda bırakılandır sanatçı; ve sırf bu yüzden kendini defalarca bıçaklayandır. Sanat ise, bir yaratının bu çarpıklığı içinde barındırmadan standart bir bünyeden çıkmasının olanaksızlığıdır. İçinde coşkulu bir hüznü taşır; yaşıyor olmak mucizesinin ve çaresizliğin hüznünü.
Şahsen dünya üzerinde varsayılandan daha fazla sanatçının yaşadığını, ancak sanatı algılayan ve alkışlayanların varsayılanın on binde biri olduğu kanaatindeyim. Yaratının ortaya çıkması, yaratıcının doğası ve yeteneği gereği, öteki tarafından bire bir algılanmasından ve içselleşmesinden daha kolaydır. Yani sanat, ortaya konmasından ziyade algılanma zorluğuna rağmen hayata geçebilmiş yegâne mucizedir. Bu noktada sanatçılardan çok, sanat eserlerini algılayabilecek rafine ruhların toplumu sürüklediği ve şekillendirdiği açıktır. Bu da, sanat adına bir mucizeyi gerçekleştirirken, sanatı tesadüfün ve bayağı beğenilerin, insan egosunun, taraflılığın, zorbalığın, yandaşlığın sıradan ve acımasız kollarına bırakabilir, ve bırakır da. Çok düşünmenize gerek yok: dünya üzerinde yaşamış olan tüm büyük sanatçılara tanık olamayışımız ve sanatçı olarak adlandırılan elit topluluğun çoğunluğunun şekil şemal itibariyle göz dolduruculuğu, ve içsel anlamdaki kofluğu, bunun sağlamasıdır.
Oylun Davran Erdayı