Konser-Opera

Sezon sonunda iki opera şaheseri, iki Türkiye prömiyeri

28.09.2011


Paylaş:

Ankara'da 'Tannhäuser' ve İzmir'de 'İfigenya Tauris'te'
 
Büyük besteci Richard Wagner döneminin en büyük orkestra şeflerinden biriydi aynı zamanda. Öte yandan kendini sadece besteci olarak görmezdi. En büyük tutkusu dram sanatıydı. Döneminin çok ilerisinde teatral kavramlara sahipti. Librettolarını kendi yazar ve onları 'şiir' olarak görürdü. Bu ve burada sıralanamayacak sayıdaki başka unsurlar bakımından, Wagner'i sahneye taşımak dünyanın tüm sahne sorumluları için bir 'meydan okuma'dır. Ankara Operası bu sezon dahî bestecinin ilk dönem operalarından 'Tannhäuser'i, ilk seslendirilişinden 166 yıl sonra, Dresden versiyonuyla ilk kez sahneye taşıyarak, sezonu iddialı biçimde kapattı.  
 
Operayı Prof. Hans-Peter Lehman sahneye koymuş. Prof. Lehman, Carl Ebert ve Gustav Rudolf Sellnei'in ve 1960-73 yılları arasında Bayreuth Festivali'nde Wieland ve Wolfgang Wagner'in asistanlığını yapmış, Almanya'nın çok sayıda kentinde, aralarında Tannhäuser'in de bulunduğu operalar sahneye koymuş. Ankara'da, sahnenin kısıtlı olanaklarına karşın, başarılı bir yapım ortaya çıkmış. Prof. Lehman'ın klâsik bir yaklaşımı var; Almanya'da şu sıralar çok karşılaşılan aşırılıklarla dolu bir yapım olmamış. İyi de olmuş; Wagner operalarına esasen alışık olmayan Ankara izleyicisini, aykırılıklarla dolu, uzun bir operayla karşı karşıya bıraktığınızda, sonucun olumlu olmayacağı açık.  Fantastik unsurun hâkim olduğu, melodik bakımdan çok zengin olan bu güzel eserin ihtişam isteyen tabloları, sahnenin küçüklüğüne rağmen, güzel düşünülmüş, zengin koronun giriş çıkışları, ozanların yarışması, cenaze sahnesi gibi 'kalabalık' sahnelerin karışık olmayan bir ortamda gerçekleşmesi sağlanmıştı. Fuat Gök-Giovanni Pirandello ikilisinin ışık düzeni çok başarılıydı. Işık oyunları dekoru daha da zenginleştirmişti (örneğin, son perdede fondaki ağacın ışıkların yardımıyla sahnede devleşmesi; kötü haberin simgesi olarak bilinen ayın belirmesi; kırmızının şehvetin simgesi olduğu düşünüldüğünde, Venüs'ün yaklaşmasıyla ortalığın kırmızıya bürünmesi, gibi).  Dekoru tasarlayan Savaş Camgöz'ün orman tasviri için kullandığı oymalar başlangıçta yoğunluklarıyla gözü yorduysa da, başarılı bir dekor tasarımıydı.Birinci perdede Venüs'ün    (çoğunlukla resmedildiği gibi istiridyeden değil de) mitolojide, tadına bakan yabancılara ülkesini unutturan, aynı zamanda bir tür meyve olan lotus çiçeğinden çıkması da anlamlıydı. Yine Camgöz'e ait kostümleri renk, çizgi, duruşlarıyla başarılı bulduğumuzu da eklemek gerek. Gerçi Venüs'ün, saflığı simgeleyen Elisabeth'in beyaz elbiselerinden farklı, daha çarpıcı renklere bürünmesi (örneğin alev kırmızısı bir elbise; ya da saçlarının alev kırmızı olması gibi) de çekici olabilirdi, ancak bunun çok kişisel bir görüş olduğunu da ekleyelim.   
 
Her iki kasttaki sanatçılara geçmeden, yapımın iki önemli 'yıldızının' olduğunu söylemeliyiz. Bunlardan biri orkestra idi. Wagner operalarının büyük orkestralara dayandığını biliyoruz. Oysa, Ankara Operası'nın küçük orkestra çukuruna çok az sayıda müzisyen sığdırmak mümkün olabildiğinden, orkestra da olabildiğince küçültülmüş. Buna rağmen, gerek prömiyer gecesi, gerekse ikinci temsilde Prof. Winfried Müller yönetiminde orkestranın görkemli, son derece temiz, kusursuz denilebilecek bir icra çıkarttığını vurgulamalı. Kornolar, klarinet, tuba, çobana eşlik eden İngiliz kornosu, arp, trombon çok güzel tınılarla kulaklarımızı okşadılar. Viyolonsel ve kontrbaslar da, yerine göre duygusal, yerine göre haşmetli, kısacası etkileyiciydi.  
 
İkinci yıldız ise koro idi. Ankara korosunu Alessandro Cedrone ile Philip White çalıştırmış. Sirenlerin sahne arkasından kulaklara yansıyan yumuşacık sesleri; önce derinlerden, sahne arkasından gelen, sahneye çıktıkça güçlenen genç ve yaşlı hacıların korosu; hele bitiş korosu çok başarılıydı.  
 
Tannhäuser' i iki akşam, ses rengi farklı olan iki tenorumuzdan dinleme şansını yakaladık. İlk akşam Ünüşan Kuloğlu (7 Mayıs) 'kahraman rolündeki tenor' (heldentenor) repertuarının en akrobatik rollerinden biri olan Tannhäuser rolünde, güçlü, parlak, üst ve alt perdelerdeki rahatlığıyla, telaffuzuyla, yorumuyla çok başarılıydı. İstanbul Operası kadrosundan Efe Kışlalı (14 Mayıs) çok farklı bir tınıya sahip: ses daha koyu, daha derin fakat parlak tizlerden, alt notalara rahat geçen, yumuşak bir ses. Efe Kışlalı sağlam bir deklamasyona sahip; onun da bu rolde çok başarılı olduğunu vurgulayalım. Thüringen Prensi Hermann'da Tuncay Kurtoğlu  (7 mayıs) toprağın altından geliyor hissini veren, derin ama boğuk olmayan sesi, sahne duruşu, etkileyici yorumuyla; Tuncay Doğu (14 Mayıs) dramatik bas sesiyle rolün gerektirdiği otoriter, aynı zamanda (yeğenine karşı) müşfik de olabilen karakteri güzel seslendirdiler. Tannhäuser'in dostu, ozan Wolfram'ı seslendiren bariton Arda Aktar (7 Mayıs) ve Serkan Kocadere (14 Mayıs) de farklı özellikler taşıyan sesler. Arda Aktar yumuşak, duygusal, müzik çizgisi sağlam bir bariton. Wolfram'ın yapıtta, en zarif belcanto aryalarına taş çıkartacak iki güzel aryası mevcut. Wagner repertuarının bu belki de en lirik, en müzikal bariton rolünde Arda Aktar bu lirizmi güzel şekilde yansıttı. Serkan Kocadere'nin çok sıcak, yuvarlak, tatlı, aynı zamanda güçlü bir sesi var. Farklı bir yorum sergiledi; o da kanımızca çok iyiydi. Diğer ozan şarkıcılar; Biterolf'da Cem Beran Sertkaya (14 Mayıs), Mithat Karakelle (7 Mayıs); Rainmar'da Özgür S.Gençtürk (7 Mayıs) ve Doğan Çapanoğlu (14 Mayıs), Heinrich'de Oğuz Sırmalı, Walter'de özellikle Emrah Sözer (14 Mayıs) kısa ama başarılı performanslarıyla dikkat çektiler.   
 
Gelelim operanın birbirine zıt karakterdeki iki kadını seslendiren sanatçılarımıza. Elisabeth'i seslendiren Feryal Türkoğlu (7 ve 14 Mayıs), bir sezon içinde Leonora (Il Trovatore), Tosca, Constanze (Saraydan Kız Kaçırma), 'Son dört şarkı'dan (R.Strauss) Elisabeth'e geçmiş. Birbirinden bu kadar farklı karakterleri, üstelik çok kısa bir zaman dilimi içinde seslendirmek, gerçekten cesaret ister. Elisabeth'te iyi bir performans sergiledi; orta perdelerde sesi orkestranın gerisinde kaldıysa da, hafif puslu sesi, üst tonlarda, salonda güçlü biçimde yankılandı. Elisabeth saflığın temsilcisi; nitekim sonunda Azize mertebesine çıkar. Bu itibarla, bu 'saf genç kız' özelliğinin ses tonuna, duyguların dışa vurumuna ve oyuna da yansıtılması gerekir diye düşünürüz.   
 
Tanrıça Venüs'ü  prömiyerde Ferda Yetişer ( mezzosoprano), ikinci temsilde ise Mehlika Karadeniz (soprano) seslendirdiler. Elisabeth'in karşıtı olan Venüs rolü, genelde mezzo'ya verilir. Kısalığına rağmen, sesin üst perdelerini ciddi biçimde zorlamasıyla da bilinir. Ferda Yetişer, sesinin hacmiyle, düzgün entonasyonuyla, ayrıca fiziğiyle de bu zorlu rolün üstesinden geldi. Soprano Mehlika Karadeniz'in sesi keskin hatlı; bu da Venüs'ün kızgınlık anını yansıtmada kendisine kolaylık sağlıyor. Parlak, güzel bir ses Karadeniz'inki; ancak, birinci perde aryasının 'Zieh hin!' (Uzaklaş, git!) ile başlayan bölümü ve son perdede 'Wilkommen, ungetreuer Mann!' (Hoş geldin vefasız adam) derken, bir an, sesi için endişe duyduk. Genç çoban rolündeki Burcu Soysev (7 Mayıs) korangle eşliğindeki kısacık aryasında, rolün gerektirdiği saflığı, parlak sesi, müzikalliğiyle çok başarılı biçimde yansıttı. İkinci temsilde Meltem Çakın da başarılıydı.   
 
Sonuçta, Ankara Operası'nın bu çok özel Wagner operasında ciddi bir başarı gösterdiğini, bunun için herkesin kutlanması gerektiğini düşünürüz.      
 
İfigenya İzmir'de  
 
Opera tarihinde Wagner gibi öne çıkan, onun gibi ve onun kadar bu sanata yenilikler getiren, Wagner gibi operayı daha çok bir tiyatro yapıtı gibi mütalâa eden bir başka büyük Alman bestecisinin, Christoph Willibald von Gluck'un en önemli operalarından 'Ifigenya Tauris'te', ülkemizde ilk kez İzmir Operası tarafından 26 Mayıs akşamı sahnelendi. İzmir Operası, bir kez daha, 'kemikleşmiş' bir repertuar dışından bir eseri, sezonun kapanmasına çok az kala da olsa, sahneye taşıyarak opera severlerin yeniliklere olan özlemlerini karşılamış. Kutlamak gerek.   
 
İfigenya Tauris'te operasını Mehmet Ergüven sahneye koymuş. Ankara ve İzmir'de başka yapımlarını da izleme fırsatını yakalamış olduğumuz Mehmet Ergüven çoğu yapıtlarında olduğu gibi, burada da bestecisinin 'lirik trajedi' olarak tanımladığı eserin derinliklerine, ruhuna, arka plânına girmiş, araştırmalar yapmış. Perde açıldığında karşımıza bir 'Ergüven klâsiği çıktı' sanıyoruz; oysa Ergüven simgelerle, renklerle, ışıklarla bu klâsiği farklılaştırmayı biliyor. Sahne baştan sona, her zaman olduğu gibi, yalın; dekor (Cumhur Ata Türk) dört Yunan sütunundan, bir de kırık bir sütundan oluşuyor. Bir de ortada, annesini öldüren Orestes'in elini simgeleyen çok büyük, kırmızı bir el, yukarı uzanmakta. Kanın simgesi olan bu renk, çarpıcı noktalar halinde, kırmızı eldivenler, kırmızı kamalar, intikam tanrıçalarının kırmızı mızrakları, Orestes'i kurban etmeye hazırlanan İfigenya'nın boynundan sarkan kırmızı boyun bağı şeklinde, sürekli karşımıza çıkıyor. Sevtaç Demirer'in  siyah, hâki, kahverengi gibi, son derece 'nötr' renklerden oluşan, yalın çizgili, stilize edilmiş klâsik kostümleri çok başarılı. Işık (Müfit Özbek) sahneye hem hareket, hem de derinlik katmış, dekoru tamamlamış.  
 
Wolfgang Riedelbauch yönetimindeki İzmir Opera ve Balesi Orkestrası da çok başarılı; Gluck'un sükûnet verici, soylu müziğini çok güzel yansıttı. Yaylılar, bakırlar, diğer nefesliler (obua, flüt), klavsen,  hepsi bir bütünlük içinde, yer yer senfonik havada, sakin; yer yer de heyecanlı, ajite biçimde karşıt duygu ve heyecanları güzel verdiler. Kulaklarımıza çok güzel tınılar yansıdı. Riedelbauch'un bir barok uzmanı olduğunu öğrendik. Bu operada koronun da çok önemli bir yeri, ağırlığı var. Hans J.Gallus tarafından hazırlanan gerek kadınlar (rahibeler), gerek erkekler (İskit'ler)  korosunun başarısını vurgulamak gerekir.   
 
İfigenya'yı seslendiren soprano Perihan Artan Nayır hem güçlü, hem tatlı, nüans dolu ifadesiyle; üst perdelerde tertemiz notaları, üst-alt seslere rahat geçişleriyle; anî duygu değişimlerini, korkusunu ve acısını güzel yansıtmasıyla; fısıldar gibi söylediği partilerde sesin kaybolmamasıyla izleyicileri kendisine hayran bıraktı. İfigenya zorlu bir rol; operayı alıp götüren bir karakter. Perihan Nayır rolünde çok iyiydi. Kardeşi Orestes'i seslendiren bariton Cengiz Sayın yoğun ifade gücüne sahip bir sanatçı; zaman zaman entonasyon sorunu yaşadıysa da, sesinin rengi ve oyunuyla Orestes'e çok uygun ses. Birinci Perdeden sonra ses kendini daha iyi buldu. İkinci perdede ünlü aryasında; Pylades ile düetinde güzel bir yorum çıkarttı. Tauris Kralı Thoas'ı seslendiren bas Gökhan Koç'un kısa ama önemli bir partisi var. Koç çok koyu olmayan, güçlü bir bas. Birinci perdede yaylıların titreşimi eşliğinde söylediği, 'karanlık' duygular yansıtan deklamasyonunda başarılıydı. Gecenin en başarılı seslerinden biri de Orestes'in arkadaşı Pylades'i seslendiren tenor Erdem Erdoğan idi. Aydınlık, tatlı bir sese; sağlam bir entonasyona sahip Erdem Erdoğan. Fransızca diksiyonu ve vurguları iyi.  İkinci perdede lirik, üçüncü perdede ise soylu bir ifadeyle söylediği aryalarında dikkatleri çekti. Diğer kısa rollerdeki  (Sevinç Sayın ve Evrim Keskin: rahibeler; Filiz Güneş : Diana; Yunanlı Kadın'da Melisa Özdemir ve Murat Duyan :Tapınak Koruyucusu) sanatçılar da bu başarılı tabloyu tamamladılar. 
 
Eserin sezon sonuna alınması ve sadece 2 temsil sahnelenmesi, yazık. Sanatçıların bir rolün ruhuna girmeleri, ona hazırlanmaları, benimsemeleri zaman alır şüphesiz. Ankara'da Tannhäuser için olduğu gibi, İzmir'de de İfigenya'nın, bir sonraki sezonda devam edecek olsa bile, neden sezonun bitiminde sahneleniyor, doğrusu zihnimizi kurcaladı.   
 
Son olarak opera kitapçığına da değinmek isteriz: çok güzel yazılar içeren, son derece kapsamlı, mutlaka edinilerek kütüphaneye kaldırılacak nitelikte bir küçük kitap bu. Gelgelelim, kitapçığın hiçbir yerinde sanatçılarla ilgili ne bir resmin, ne de bilginin bulunmamasına bir kez daha şahit olduk.(Gerçi aynı şey Ankara Operası için de geçerli; ancak Ankara'da sanatçıların resimlerini kitapçığın içinde bulmak mümkün.) Bu konuya 'daha önce de değinmiştik. 'Kim kimdir' biçiminde kısa, broşür tarzı bir iki sayfanın eklenmesi bile yeterli olabilir. Bunun sanatçıya tanınacak en doğal hak olduğunu düşünürüz.
 
AYŞE ÖKTEM
ayse30@gmail.com
 


Akçaağaç Sok. Görhan Apt. No: 1/1A Acıbadem Üsküdar / İSTANBUL | T: 0532 343 9328 | F: 0216 326 39 20