15.10.2011
Festivallerin belki de en önemli özelliği, binlerce dolar veya avro harcayarak, uzun yollar tepip izlemeye çalışacağınız önemli sanatçı ve toplulukları ülkenize getirmesidir. Yaşayan en önemli sopranolardan biri olan Renée Fleming'i dinlemek için Ankara'dan 450 kilometrelik yolu göze alarak İstanbul'a gittim. Aya İrini'nin ünlü rutubetini bile kurutmuş kavurucu sıcakta yolu göze almamıza, elbette ki değdi.
İzlence hem BİFO ve şefi Sascha Goetzel'in yeteneklerinin sergilenebileceği, hem de Fleming'in 'lirik' özelliklerinin rahatlıkla algılanabileceği yapıtlarla düzenlenmişti. Çok zor değildi ama çekiciydi, etkileyiciydi. Şef Goetzel'in ise Schubert'in Rosamunde uvertürünü yönetirken, bir orkestra şefinden çok, Amerikan TV programlarının vazgeçilmezlerinden genç, yakışıklı 'illüzyonist'lere benzediğini düşündüm. Hareketleri, mendilin altında güvercin kaybedip sonra tavşan çıkartan illüzyonistlerin o yumuşak el figürlerini andırıyor, dinleyiciye bundan kendisinin de büyük keyif aldığı hissini yaşatıyordu. Sol eli ve vücut diliyle gösterisini yaparken, neyse ki sağ elde sağlam vuruşları kaybetmiyordu.
Sahneye, açık fıstık yeşili klasik bir sahne kıyafetiyle gelen Fleming'e, R. Strauss'un değişik tarihlerde yazdığı üç 'lied'inde eşlik ederken, gösteri dozunu biraz azaltmıştı neyse ki… Fleming, volüm açısından dikkatli bir eşlikle, Standchen ve Morgen adlarındaki ilk iki şarkıyı kristal bardaktaki su duruluğunda seslendirdi. Üçüncü şarkı Zeignung'da ise, şefin orkestrayı geride tutma konusunda dikkati elden bıraktığını ve orkestranın yer yer Fleming'in sesini perdelediğini işittik.
Masgagni'nin Cavalleria Rusticana operasının o güzelim romantik Intermezzo'sunda, Türkiye'nin çeşitli orkestralarından seçkin müzisyenlerin oluşturduğu BİFO, kalitesini gösterdi. Ardından, Massenet'nin Cleopatra operasının üçüncü perdesindeki cüretkâr 'J'ai versé le poison dans cette coupe d'or' aryasıyla aynı bestecinin Thais operasından 'Dis - moi, que je suis belle' aryası geldi. Fleming böylece, Almanca üç şarkıdan sonra iki Fransızca aryayla, sadece sesi ve tekniği değil, telaffuzu zor iki dildeki temiz vurgularını da gösterdi.
Aradan sonra Haçaturyan'ın Spartaküs bale süitinden, Spartaküs ile eşi Frigya'nın ikili aşk dansının zemini olan Adagio'yu dinledik. Fleming bu kez sahneye, gene klasik çizgiler taşıyan kırmızı bir tuvaletle geldi. Kendisinin 'imzası' olarak kabul ettiğini söylediği, Dvorak'ın geçen sezon Antalya'da büyük başarı kazanan, bu sezon ise Ankara'nın programında bulunan Rusalka operasından, bizim kısaca 'Ay Şarkısı' dediğimiz 'Pisen Rusalkky O mesiko' adlı aryayı özgün dili Çekçe olarak inanılmaz güzellikte seslendirdi. BİFO, Fleming'i bu kez Gounod'nun Faust operasından vals ile nefeslendirdi. Artık sıra, aynı yıllarda yaşamış iki İtalyan besteci Leoncavallo ile Puccini'nin La Boheme'lerine gelmişti. Leoncavallo'nun La Boheme'i Puccini'ninkinin ağırlığı altında ezilmiş, nadiren sahnelenir hale dönmüştür. Ancak bu yapıttan 'Musette svaria sulla bocca viva' ve 'Mimi Pinson, la biondinetta' aryaları, Fleming'in konser repertuvarında her zaman seçkin bir yere sahipti, nitekim Aya İrini'de de, tıpkı bir dönem ders aldığı Leyla Gencer gibi kaybolmuş, unutulmuş kimi yapıt ve aryalara karşı gösterdiği özeni bir kez daha kanıtladı. Puccini'den ise, kulakların daha alışık olduğu Mimi'nin Rodolfo'ya veda aryası olan 'Donde lieta usci'yi ise gene dinleyiciye nefes tutturarak dinletti. Puccini defterini de BİFO, bu kez bestecinin Manon Lescaut operasının Intermezzo'suyla kapattı. Ama Fleming, Almanca, Fransızca ve Lehçe'den sonra, tüm dünyanın 'opera dili' olarak kabul ettiği İtalyanca yapıtları seslendirmeyi, Adriana Lecouvreur ve I Vespri Siciliani operalarından seçtiği aryalarla sürdürecekti. Konser boyunca, başkemancı Pelin Halkacı Akın, birinci viyolacı Öykü Koçoğlu ile birinci çellocu Şafak Erişkin'in, başarılı sololarıyla Fleming konserine yakıştığını da not etmeden geçmemek gerekir.
Sahnedeki mütevazı duruşu, seslendirmeler öncesi yaptığı kısa açıklamalar, inanılmaz güzellikteki sesi, başarılı pianissimo'ları, hiç zorlanmadan yumuşacık söylemesini sağlayan tekniğiyle 52 yaşındaki Amerikalı soprano Türkiye'deki ilk dinletisinin 'resmi' bölümünü tamamlamıştı. Ama alınacak müthiş alkış hesaplandığı için orkestrayla birlikte çalışılmış dört bis parçası hazırdı.
Puccini'nin kısa ve komik operası Gianni Schicchi'den 'O mio babbino caro' aryasını harikulade söyledikten sonra ulusal kimliğine dönüp Amerikalı bestecilere yöneldi. Gershwin'in Porgy ve Bess müzikalinden 'Summertime' ve Bernstein'ın Batı Yakasının Öyküsü müzikalinden 'I Feel Pretty' şarkılarıyla dinleyiciye 'popüler' bir mesaj göndermeyi ihmal etmedi. Esas noktayı ise, kendisine 'esaslı Puccini sopranosu' yakıştırması yapılmasına yol açan aryalardan biri olan Tosca'dan 'Vissi d'arte' ile koydu. Fleming adeta kendi yaşamının özetini yapmış oluyordu. Bu harikulade ses, Türkiye'ye bir daha ne zaman gelir kimbilir? Neyse ki, bolca yayımlanmış kaydı bulunuyor.
Şefik Kahramankaptan