08.01.2012
Çağımızın eğlence anlayışı cıvıtmak mıdır? Eşcinsellik üzerinden espri üretmeye çalışmak mıdır? Bu kadar mıdır? Malzeme tükenmiş midir?
Ali Baba ve Kırk Haramiler, Selman Ada'nın opera literatürüne kazandırdığı, Türk besteciler için 'opera yazmaya ilk adım' özelliğine sahip önemli bir yapıttır. Birçoğunun opera yazmaktan imtina ettiği ve korktuğu sıralarda Ada, cesurca ve pek sempatik bir eser yazmıştı. Yıllar önce sahnelendiğinde, büyük beğeni toplamıştı. İçindeki aryalar, opera dışında konserlerin de baş tacı haline geldi. Ama her ne hikmetse, aynı ekibin sahneye uyguladığı eser, neredeyse tanınmayacak şekilde değişmiş, adeta 'güncel TV dizilerinin tadı'na kavuşturulmaya çalışılmıştı.
22 Aralık 2011 akşamı Ankara Devlet Opera ve Balesi'nin yeniden sahnelediği Ali Baba ve Kırk Haramiler'i, Murat Göksu sahneye koymuş, koreografiyi Deniz Çığ hazırlamıştı. Koroyu da çalıştıran Sunay Muratov ise, orkestrayı yönetiyordu. Başrollerde Hüseyin Likos (Ali Baba) ve Bülent Ateşoğlu (Haramibaşı) vardı. (Ya da olmalıydı…)
Koro girişte, bir balans sorunuyla başladı. Üstüne, azınlıkta kalmış tenorlar da duyulmuyordu. Orkestrada ise sanki 2. ve 3. trombonlar deşifre yapıyordu. Gerçi çalgının teknik durumuna uygun olmayan notaları, icraya pek elverişli gözükmüyordu. Operanın orkestrasyonunun mutlaka elden geçirilmesi gerektiği anlaşılıyordu. Zira partiler, teknik olanaklara uygun olmayan şekliyle icracılara güven vermiyordu. Nitekim kornolar da aynı tedirginlikle uyumsuz kalıyordu. Klarnette ise Gültekin Ulutaş'ın tatlı tonu ve bestecinin saza uygun yazım biçimi, eşsiz bir lezzet sunuyordu. Ada'nın klarnet için yaptığını, diğer çalgılar için de yapmasının, alınacak lezzeti kat ve kat arttıracağı anlaşılıyordu.
Eser başladığından itibaren, şefin yalnızca nota çaldırdığı görülüyordu. Orkestrada bir bütünlük sözkonusu değildi ve sahnedekilerin tümü giriş-çıkışlarda yaşadıkları tereddütten olsa gerek sürekli ona bakıyordu. O bakışlar, adeta izleyenlerin konsantrasyonunu da etkiliyordu. Derken giriş bölümünün finali, çok cılız ve amatörce gerçekleşiyordu. Ne hikmetse ilk dekorla giriş sahnesi çok dar, tıkış tıkış tasarlanmıştı. Koro, mağazada karmançorman kasa sırasına girmiş müşteriler gibi üst üste bindirilmişti. (Nefes darlığı çekenin fenalaşması içten bile değil!)
Erkekler korosu oyun oynuyor adeta. Metinlerde ise, artık esprisini yitirmiş demode deyimler defalarca tekrarlanıyor: 'kırk küp, kırkının da kulbu kırık küp' gibi… Kullanılan ilk kanun solosunun ise, birkaç halk çalgısına verilmesi, günümüz kulağına daha cazip gelebilir kanaati ağırlık kazanıyor. Ardından gelen sahnede, kızlar korosunun varlığını, gereksiz olup olmadığı yeniden düşünülmeli! Ali Baba'nın eşine -altını gösterirken- söylediği Nihavent Şarkı, kulaklara layık! Abdullah rolündeki Tuncer Tercan'ın seslendirdiği aryalar ise daha geleneksel kokmalı! Mesela Nevbahar ile olan düeti!
Tuttide kadınlar korosu ile bir keman ve kontrbasın geç kalması, acaba dikkatleri dağıtacak bir kurguya mı işaret? Zorlanan atasözü ve deyim merakı, artık usandırıyor. Git gide komik operadan, halk eğlencesine taşınıyor yapım! Derken kadınlar korosunda bir kargaşa ortaya çıkıyor. Kasım, dinleyenlerin nutkunu tutuyor! Likos başarılı ama o da gözlerini şeften alamıyor.
2. perde 'Asla' perdesidir. Haramibaşı'nın kinayeli 'asla' başlıklı aryasının yıllarca söylendikçe, sahnede kendiliğinden aldığı duygusal ve romantik hal, kendi kendine kattığı lezzet; unutulur değildir. Dinleyenlerin şöyle arkalarına yaslanıp, gözlerini hafifçe kapatıp, koltuklara başlarını dayadığı ve düşüncelere daldığı bir aryadır… Unutulmasın! Haramibaşı partisi, yeni koreografiye uydukça, arya anlamını kaybetme riskine sürüklenebilir. Yeniden gözden geçirilmeli!
Haramibaşı'nın Ali Baba ile olan düeti ise, bir tür Karagöz-Hacivat sahnesi olarak tasarlanmış. Huriler'in dansı iyice kırmızı noktalı hal almış. Ksilofonun da sektiği bu anlarda, dansçılara dair ima, pek sahne esprisine uymamış. Tuttideki oyun havası, Ali Baba'nın partisi, finale bağlanamadı. Kadınlar ise duyulmadı. Kazım'ın aryasındaki flüt, mutlaka değiştirilmeli ve bu sayede ezgi Arap havasından çıkmalı!
Bir resimde tualin sağ üst köşesinden sol alt köşesine gizli bir çizgi çizilir ve oluşan iki yarının birbirini dengeleyip dengelemediğine bakılır. Oyun için de öyledir. Sahneler, roller, metinler, olaylar buna göre konumlandırılır. O denge karakter ağırlıklarında o kadar şaşıyor ki, eser 'Ali Baba ve Kırk Haramiler' değil, 'Kasım Kardeş ve Kırk Haramiler' halini alıyor. Sahnede olmadığında bile Kasım'ın etkisi var. Ali Baba, başyardımcı karakter adeta! Ağırlığı düşürülmüş, eserin dengesi kaydırılmış. Dengesi kurulamamış bir prodüksiyon halini almış eser. Öyle ki, müzikal ve karakterler arasındaki denge, rol ağırlıklarının dengesi, sahnenin dengesi şaşmış durumda. Laz Harami ile onu kovalayan Fadime'nin tüm esprisi tek sahnedeyken, defalarca ve güldürsün diye temcit pilavı haline getirilmesi de; genel dengesizliği zorlayan zorlamalara en iyi örneklerdendi!
Çağımızın eğlence anlayışı cıvıtmak mıdır? Eşcinsellik üzerinden espri üretmeye çalışmak mıdır? Eserin komikliğini arttıracak malzeme tükenmiş midir acaba? Yağ küplerinin yerini petrol küpleri almak zorunda mıdır mesela? Kırmızı noktalı imalarla oyun 'çağdaş' bir rejiye mi kavuşturulmuş olmaktadır? Seyirciye basitleştirilmiş bir prodüksiyon sunmanın manası ne olabilir? Nerede o yalınlaştırılmış, yüklü ve anlamlı cümleler? Neden onlardan vazgeçilmiştir?
Yıllarca sahnelenen Arşın Mal Alan, konduğu her sezonda, her ülkede ve yeni temsillerinde, tasarlandığı devri yansıtmaktan vazgeçmiyor ve beğenilmeye de devam ediyor. O halde Ali Baba ve Kırk Haramiler'i yeniden sahneye kazandıran usta isimler, yıllar önce büyük bir maharetle sahneledikleri eseri, bir protesto olsun diye mi bu halde sunmaktadır?
Ersin Antep