HABER

Yakup Kıvrak ''Edirnekapı'nın kardelen çiçekleri''ni yazıyor

25.02.2015


Paylaş:

Barış İçin Müzik, Türkiye’de müzik alanında son yıllarda ortaya çıkan belki de en heyecan verici proje. Andante’nin önceki sayılarında faaliyetlerini duyurduğumuz, kurucularıyla söyleşiler yaptığımız Barış İçin Müzik, Aralık ayında Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası’nın ev sahipliğinde düzenlenen festivalle birlikte yeniden kamuoyunun gündemine geldi. Festivali takip eden yazarımızın izlenimleri ve Barış İçin Müzik projesi hakkındaki düşüncelerini sunuyoruz.                   
 
Türkiye, dünyanın en büyük yaygın müzik eğitimi projesi ve hareketi olan Venezüella’daki El Sistema ile ilk kez Serhan Bali’nin Radikal gazetesindeki köşesinde yazdığı bir yazı ile tanıştı. Bali, dokuz yıl kadar önce yayımlanan yazısında bu heyecan verici eğitim olayını bizlere şöyle anlatmıştı:
 
(…) Güney Amerika’nın çalkantılı ülkelerinden Venezüella’da 30 yıldır uygulanan bir yöntem, az gelişmiş bir ülkenin gençleri ve çocuklarının, “müzik” ve onun en somut işbirliği hallerinden biri olan “orkestra” yardımıyla nasıl da şiddet sarmalından kurtarılabileceğinin en mükemmel örneği. Venezüella hem coğrafi hem de kültürel anlamda Türkiye’den binlerce kilometre uzaklıkta belki ama soruna bulduğu çözüm evrensel nitelikte. Zira dili, ırkı, dini ne olursa olsun insanlığın ortak malı olan evrensel sanat müziğini ve onun birey olmayı, paylaşmayı, sorumluluk almayı aşılayan biricik kurumu olan “orkestra”yı merkezine oturtuyor.
 
(…) “Sistema” 1975 yılında ekonomist, politikacı ve aynı zamanda müzisyen olan José Antonio Abreu tarafından, fakirlik ve istikrarsızlıkla boğuşan ülkedeki sosyal sorunlara neşter vurmak amacıyla kurulmuş. Abreu, Caracas’taki bir otomobil garajında toplayıp prova yaptırdığı 11 gençle işe başlamış. Bir gün sonraki provaya 25 çocuk gelmiş, ertesi gün 46, sonra 75... (…) Bugün Sistema bünyesinde 15 bin müzik öğretmeni görev yapıyor. Etkinlik alanı, müzik eğitiminin yanı sıra, enstrüman yapımcılığı, sanat yönetimi ve kayıt teknolojileri alanlarına da yayılmış durumda. Venezüella Hükümeti, Sağlık Bakanlığı kanalıyla, Sistema’ya her yıl 25-30 Milyon $ ayırıyor.
 
(…) Sistema’nın etkisinin en fazla hissedildiği bölgelerden biri de Caracas’ın, neredeyse hiçbir belediye hizmetinin uğramadığı gecekondu semtlerinden La Vega. O güne dek, ne müzeye ne konsere gidebilmiş yüzlerce La Vega genci şimdi solfej öğreniyor, enstrümanı ile pratik yapıyor. Örneğin, on yıl önce başladığı müzik eğitiminin sonunda bugün Simon Bolivar Ulusal Gençlik Orkestrası’nda çalan 21 yaşındaki trompetçi Wilfrido Galarraga, dökülen evlerinin çamaşır asılmış terasında Musorgski’nin Bir Resim Sergisinden Tabloları’ndaki partisini çalışırken, kendisini dinleyen komşularının alkışlı tezahüratına muhatap olmaktan hoşnut zira eğitiminin ilk yıllarında aynı komşular o çalışırken ya bağırır ya da kulaklarını tıkarlarmış.
 
(…) 67 yaşındaki Abreu - veya “çocuklarının” kendisine taktıkları isimle “El Maestro”, yanında hükümet yetkilileriyle birlikte her gün birkaç konseri izliyor. El Maestro’nun kolları sıvadığı tarihte ülkede - üyelerinin çoğunlukla Avrupalı müzisyenlerden oluştuğu - hepi topu iki senfoni orkestrası varken şimdi, insanlarının % 75’i fakirlik sınırında yaşayan, kişi başına düşen milli geliri 3,500 $’ın altında olan 25 milyon nüfuslu Venezüella’da tam 125 gençlik orkestrası, 57 çocuk orkestrası ve yetişkinlerden kurulu 30 profesyonel senfoni orkestrası bulunuyor! (…) Sistema’da verilen eğitim, Asya ve Avrupa’nın müzik öğretim sistemlerinin eklektik bir karışımı sanki. Şarkı, dans ve hareket, tüm safhalarda kullanılıyor. Sisteme giren çocuklar ilk basamakları atladıktan sonra kendilerinden küçükleri eğitmeye başlıyorlar.
 
(…) Her Sistema öğrencisinin müzisyen yapılmak istenmesi söz konusu değil Abreu’ya göre. Ama mükellef bir müzik eğitiminden geçtikten sonra bu çocukların, suçlu veya ipsiz sapsız olmalarındansa doktor veya avukat olmaları daha yüksek bir olasılık, ona göre. Aldıkları müzik eğitimi her birine, yurttaş olma ve toplumsal sorumluluk alma bilinciyle birlikte estetik bir yaşam duygusunu da aşılıyor.
 
 (…) Galiba, sadece ABD’li politikacıların değil, tüm ülkelerin karar alıcılarıyla birlikte bizim idarecilerimizin de gidip, bu satırlarla sizlere aktarmaya çalıştığımız Venezüella deneyimini yerinde görmeleri gerekiyor. Belki o zaman, “çürük elma”ların topluma kaliteli bireyler olarak nasıl geri kazandırılabileceği üzerine öne sürülen çözüm önerilerinin içerisine “müzik” ve “orkestra” gibi kavramlar da girer. (Serhan Bali, Hayatları Müzikle Değişti, 08.04.2006, Radikal)
 
***
 

Serhan Bali’nin bu yazısının üzerinden birkaç yıl geçmişti ki, El Sistema’da yetişen Venezuella’lı yoksul ailelerden hattâ bir kısmı sokaktan gelen çocuk ve gençlerin oluşturduğu, Gustavo Dudamel yönetimindeki çok kalabalık kadrolu Simon Bolivar Gençlik Orkestrası’nın konser videoları internete düşüverince dünyada yer yerinden oynadı. Bunlardan ben de çok etkilendim. Birisinde Şostakoviç senfoni çalıyorlar, bir diğerinde kendi müzik kültürlerine özgü bestelerin yer aldığı eserler seslendiriyorlar; çok üstün bir performans göstermelerinin yanı sıra yaptıkları müziği tüm varlıklarıyla, benlikleriyle, bedenleriyle yaşıyor, yaşatıyor, salonları coşturuyorlar, konser salonlarını klasik müzikle pek ilgisi olmayan genç izleyicilerle doldurup taşırıyorlardı. Orkestranın El Sistema’dan yetişmiş olan genç, dinamik ve sempatik şefi Gustavo Dudamel, dünyanın önde gelen orkestra şefleri arasında gösterilmeye başlanmıştı.
 
***
 
Tüm bunlar olurken, 2006’da yazdığı yazısından beş yıl kadar sonra, 2011’de Serhan Bali’nin aynı gazetede ve aynı köşesinde bu konuyu anımsatan ikinci bir yazısını okuduk:
 
Venezüella’dan çıkan ‘El Sistema’ hareketi ve son birkaç yıldır bu hareketin simgesi olan Simon Bolivar Gençlik Senfoni Orkestrası üzerine Türk basınında ilk kez 2006 yılında, yine bu sütunlarda yazmıştım. O dönemde Orkestra henüz şimdiki gibi fenomen bir oluşuma dönüşmemişti ama yine de etrafında hatırı sayılır bir hayran kitlesi toplamayı başarmıştı. Dünyanın tüm önde gelen yayın organlarının kültür-sanat birimleri Chavez’in ülkesinden fışkıran bu ‘müzik mucizesi’nin neye benzediğini anlamaya çalışıyordu o sıralar. Çünkü daha önce örneği görülmemiş, kitlesel çapta bir kültür hareketiydi bu. ‘El Sistema’nın Jose Manuel Abreu tarafından 1975 yılında Venezüella’nın başkenti Caracas yakınlarında bir otoparkta, 11 çocukla başlayıp günden güne büyüdüğü bilgisi, bir efsane gibi yayılıyordu. ‘Bu sistemle, ülkenin her köşesindeki sorunlu çocuklara ulaşıp onlara çalgı çalmayı öğretiyorlar ve bir araya getirdikleri bu çocuklarla ülkenin her yanında senfoni orkestraları kuruyorlar’ benzeri cümleler, klasik müzik dünyasını harekete geçirmeye yeterdi.
 
Abreu, misyon edindiği hareketini, Latin Amerika’nın bu her daim çalkantılı ülkesinde, gelip giden Venezüella hükümetlerinin hepsine kabul ettirmeyi başarabilmiş ve aldığı desteklerle sistemini 1990’lı yıllara kadar ülke çapında geliştirmeyi başarmıştı. 90’lı yıllarla birlikte artık rüştünü ispat etmiş olan El Sistema’nın uzman öğretmenleri, hareketi Venezüella’nın Latin komşularına doğru genişletmeye başlamışlardı bile. 2000’ler, El Sistema’nın, artık küresel çapta üzerine kafa yorulur ve örnek alınır bir kurum haline geldiği yıllar. Bugün geldiğimiz noktada, El Sistema modeli, Avustralya, Hindistan, Güney Kore, ABD, İskoçya gibi birbirinden çok farklı kültürler tarafından, yerel unsurlarla harmanlanarak, ‘nucleos’ adıyla adapte edilmeye çalışılıyor.
 
Siz de benim gibi soruyorsunuzdur şimdi: Venezüella nere? İskoçya nere? İşte, müziğin ve özellikle bir senfoni orkestrasının sorunlu, suça karışmış çocuk yaştakilerin rehabilitasyonu amacıyla dünyanın neresinde olursa olsun kullanılabileceğinin en güzel örneği… El Sistema öğretmenleri, hareketin 90’lı yıllarda ilk ihraç edildiği ülkelerden biri olan Guatemala’da bile zorlandıklarını ve güvensizlikle karşılandıklarını söylüyorlar. ‘Buraya bahanelerinizi dinlemeye gelmedik, bize sadece çocuklarınızı getirin, gerisine de karışmayın’ deyip işe başlamışlar ve 10 gün sonra, Beethoven’in Beşinci Senfoni’sini çalabilen 100 kişilik bir gençlik senfoni orkestrası oluşturmuşlar!
 
Hareket, Britanya adalarına ise İskoçya üzerinden 2008 yılında ‘Sistema Scotland’ adıyla Stirling’den girip ‘Raploch’ adında, cinayete karışmış uyuşturucu müptelası gençlerin yoğun yaşadığı muhitte konuşlandı ve ortaya çok geçmeden ‘Big Noise Raploch’ adlı ilk çocuk orkestrası çıktı! Anlayacağınız formül, okyanusun iki yakasında da aynı: Nerede, toplum dışına itilmiş çocuklar ve gençler varsa oraya, bir arada iş görmenin, birlikte yaratmanın ve dostluğun simge kurumu olan ‘senfoni orkestrası’nı götürün!  
 
Peki, 5 yıl sonra neden farklı sözcüklerle bir daha anlattık El Sistema’yı? Çünkü meşhur Simon Bolivar Gençlik Senfoni Orkestrası, müthiş şefleri Gustavo Dudamel yönetiminde nihayet Türkiye’ye geliyor! ‘Nihayet’ diyorum çünkü orkestra aslında geçtiğimiz yıl davet edilmiş ancak İstanbul 2010 Ajansı’nın İstanbul Kültür Sanat Vakfı’yla koordineli çalışamamasından ötürü turne suya düşmüştü. Bu yıl İçin, Vakıf Başkanı Bülent Eczacıbaşı’nın da yoğun desteğini arkasına alan Yeşim Gürer yönetimindeki İstanbul Müzik Festivali ekibi, Simon Bolivar Orkestrası, şef Dudamel ve sistemin kurucusu olan ‘maestro’ lakaplı Abreu’yu 8 ve 9 Ağustos 2011 tarihlerinde İstanbul’a getiriyor. Ekip, Festival kapsamında, tamamen senfonik eserlerden oluşan (İlk gün sadece Çaykovski’nin senfonik şiirleri, ikinci gün ise Stravinski, Ravel, Chavez, Castellano çalacaklar) iki özel konser verecek ve modelin ayrıntılarıyla anlatılıp, Türkiye’de de bir ‘nucleos’un nasıl kurulabileceği üzerine fikir alışverişinde bulunulacağı panellere katılacak.
 
Ama bu orkestrayı getirmek New York Filarmoni’yi getirmek kadar masraflı çünkü Simon Bolivar tam 220 kişilik devasa bir müzisyen kadrosuyla gelecek İstanbul’a. 20 kişilik yönetici kadro da katıldığında 240 kişiyi misafir etmeye hazırlanıyor İKSV bu yaz. Borusan Holding’in de desteğini alan Eczacıbaşı, ek sponsor arayışını sürdürüyor. ‘İki firmanın gücü bir orkestraya yetmiyor mu’ diye soranlar oluyor. İki firmanın da kültür-sanata ve özellikle klasik müzik sanatına bir yılda ayırdıkları büyük bütçeler bu ülkede yaşayan herkesin malumu. Ama onun dışında, bana kalırsa, kültür-sanata yatırım yapan bu ülkedeki her firmanın parçası olmak isteyeceği türden bir proje bu. Sebebi belli: Çünkü klasik müziğin geleceği bu orkestrada yatıyor…
 
El Sistema’ya ilgi gösterip, Chavez gibi bir diktatörün ülkesinden çıkmış demeyip, onu derhal kendi eğitim sistemlerine adapte etmeye çalışan ABD ve İngiltere gibi Anglosakson ülkeler İçin El Sistema sadece sorunlu çocuklarını kurtaracak bir formül değil aynı zamanda alternatif bir kitlesel müzik eğitimi sistemi yerine de geçiyor. Müzik eğitiminde son yıllarda müthiş gerileyen; Almanya veya Japonya’nın aksine, çocuklarına ilköğretim okullarında doğru düzgün müzik eğitimi veremeyen bu ülkeler İçin El Sistema, geleceğin müziksever bireylerini yetiştirmek İçin çok doğru bir model olarak görülüyor.
 
Türkiye de aynı durumda. Biz de El Sistema’yı kendimize örnek alıp hem toplum dışına itilmiş çocuklarımızı senfoni orkestralarının koruyucu kanatları altına alabilir hem de müzik eğitiminin gerilediği okullarımıza sağlam bir eğitim alternatifi oluşturabiliriz. ‘Sistema Türkiye’nin takipçisi olacağız . (El Sistema’ya Kim El Verecek, Serhan Bali, 29.03.201108.04.2006, Radikal)
 
***
 
Ve Gustavo Dudamel şefliğindeki El Sistema’nın Simon Bolivar Gençlik Orkestrası Türkiye’ye geldi. 8 Ağustos 2011’de İstanbul’da muhteşem bir konser gerçekleştirdiler. Yazılı basında, sosyal medyada geniş yer buldu, hattâ televizyonlarda açık oturumlar bile düzenlendi. “Bu iş Türkiye’de nasıl olur?” diye tartışıldı.
 
O sıralarda Barış İçin Müzik hareketinden ve yaptıkları olağanüstü çalışmalardan, bunların El Sistema bağlantısından haberim olmadığı için Andante’deki köşemde bu tartışmaları hafiften tîye alan bir yazı yazdım. Çünkü Türkiye’deki El Sistema’nın hangi bakanlığımıza bağlanması gerektiği falan tartışılıyordu:
 
(…) Geçtiğimiz yaz Gustavo Dudamel yönetimindeki - El Sistema meyvesi olan - Venezuela Simon Bolivar Orkestrası İstanbul’a gelip bir konser verince hepimizi bir heyecan kapladı, televizyon açık oturumları, gazete haberleri yapıldı, sosyal medyada ise heyecan doruktaydı:

“Biz de yapacağız!”

“Zaten benzeri bir oluşumu başlatmıştık, bunu geliştirirsek Türk El Sisteması gerçekleşir.”

“Orff öğretisini ülkemiz çapında yaymaya başladık, bu Türk El Sisteması için bir başlangıç noktasıdır.”

“Venezuelalılardan ne eksiğimiz var, biz de yaparız.”

“Dünya çapında bir çocuk senfoni orkestramız var, bu işi başlatmış sayılırız, devam ettirip geliştirmemiz yeterli.”

“Türk El Sisteması’nı hangi bakanlığa bağlamalı sizce, Kültür Bakanlığına mı, Millî Eğitim Bakanlığına mı?”

“Elbette Kültür Bakanlığına.”

“Hayır, bence Millî Eğitim Bakanlığına bağlanmalı, bu bir sanat eğitimi seferberliğidir çünkü.”

Sohbetlerin üzerinden yaklaşık bir yıl geçti. “Türk El Sisteması”nı umut ve heyecanla beklemelerdeyiz. Ama varoşlarımızı ve kırsalımızı da kapsama alanı içine alsın lütfen. Bu bağlamda İçişleri Bakanlığımıza bağlansa daha iyi olur bence. (Türk El Sisteması, Yakup Kıvrak, Temmuz 2012, Andante)
 
***
 
(Lütfen yazımın bundan sonrasını çok dikkatli okuyalım.)
 
13-19 Aralık 2014 tarihlerinde İstanbul’da “BİFO İLE BARIŞ İÇİN MÜZİK” adlı bir konserler serisi gerçekleştirildi. Dört konserden oluşan seride Barış İçin Müzik Çocukları, Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası ile birlikte sahnedeydiler. Bu serinin 17 Aralık’ta yapılan ikinci konserini izledim. Konserden öylesine çok etkilendim ki, ertesi gün o heyecanla sosyal medyada şunları yazmışım:
 
Edirnekapı’nın Kardelen Çiçekleri

Dün akşam İstanbul Lütfi Kırdar Salon’da gerçekleştirilen BİFO ile Barış İçin Müzik konserinden kısaca söz etmek istiyorum: Duygu yüklü, muhteşem bir konserdi. İlk yarıda Şef Gürer Aykal yönetiminde Borusan Filarmoni Orkestrası kendi programını çaldı. BİFO’nun nasıl muhteşem bir orkestramız olduğunu, nasıl dünyanın en büyükleri arasına girdiğini, onları ilk kez izlediğim bu konserde gördüm.


İkinci yarıda ise Barış İçin Müzik Çocuklarından oluşan “A” senfoni orkestrası, BİFO ile birlikte sahnedeydi ve bu bölümü Venezuella’nın dillere destan El Sistema’sında yetişmiş gencecik şef Samuel Matus Yönetiyordu. İşte duygu yüklü, muhteşem dediğim şey konserin bu bölümüydü.
 
Mimar Mehmet Selim Baki ve Doktor Yeliz Baki’nin, İstanbul’un Edirnekapı semtinde on yıl kadar önce ektikleri kardelen çiçekleri filizlenmiş, çiçek açmış coşmuşlar. Onları izledik, gözlerimiz doldu. Hep birlikte and içmişler gibi gözleri parlıyordu: Biz, müzik aracılığıyla ülkemizi değiştireceğiz, ardından dünyayı değiştireceğiz. Onun için adımız Barış İçin Müzik Çocukları’dır.” Zaten Gürer Aykal hoca konserin en başında yaptığı anlamlı konuşmada bunu özetlemişti: “Müzik giren evden sevgi çıkar.”

Teşekkürler Mimar Mehmet Selim Baki, Doktor Yeliz Baki, inanılmaz güzellikte, heyecan verici bir çalışmaya imza attığınız için. Teşekkürler Barış İçin Müzik’in gönül vermiş tüm öğretmenleri. Teşekkürler Barış İçin Müzik çocukları. Teşekkürler Cumhuriyetimizin çınar sanatçısı Gürer Aykal ve teşekkürler Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası.


Dr. Yeliz Baki, çok kısa bir süre içinde birkaç ilimizde birden Barış İçin Müzik hareketini başlatacaklarını gözleri parlayarak, heyecanla anlattı bana dün akşam. Genel hedefleri ise; tüm kentlerimize, tüm ülkemize yaymak...

Barış İçin Müzik projesinin gidişatını olabildiğince izlemeye çalışıp zaman zaman sizlere anlatmaktan çok keyif alacağım. 

Şimdilik ilk söyleyeceğim: Bu projeye destek olunması ve tüm gücümüzle sahip çıkılması gerektiğidir. 

***
 
Peki neydi bu Barış İçin Müzik Orkestrası ve Barış İçin Müzik Çocukları? İzlediğim 17 Aralık “BİFO İle Barış İçin Müzik” konserinin başında sunulan sinevizyon gösterisinin tam metnini aktarıyorum, çok güzel anlatılmış:
 
Her şey müzik tutkunu bir vizyonerin, mimar Mehmet Selim Baki’nin hayaline adım atmasıyla başladı. Barış İçin Müzik projesini hayata geçirdiğinde yıl 2005’ti. Amacı tüm çocukların sanata katılma hakkını onlara teslim etmekti. Müzik bir sanat formu olmanın ötesinde birlik, dayanışma ve uyum demekti. Çocuklara bu değerleri müzik aracılığıyla anlatmak ve yaşatmak, uyuşmazlıkların karşısına anlayışı, ortak bir hedefe doğru birlikte hareket etmeyi ve nihai amaç olan barışı koymak demekti.

Edirnekapı’daki Ulubatlı Hasan İlköğretim Okulu’nda ders saatleri dışında başlayan solfej ve akordeon eğitimleri, okulun kömürlüğünün renkli bir atölyeye dönüşmesiyle hızla büyüdü. Seven devam etti, duyan geldi. Ve ikinci müzik atölyesi Muallim Naci İlköğretim Okulu’nda açıldı.
 
Mehmet Selim ve Yeliz Baki’nin tüm zamanını adadığı proje için artık daha büyük bir adım atma zamanı yaklaşmıştı. Barış İçin Müziğin bir evi olmalıydı. 2009’da çalışmalar başladı. 2010’da artık kendi binalarındaydılar. Okullara yürüme mesafesindeki merkezleri çalışma odaları, solfej sınıfları, gösteri salonları, kütüphanesi, yemekhanesi ve emektarlarıyla çok daha fazla çocuğa müzikli bir barış ortamı sunuyordu. 2011’de Vakfa dönüşen proje, bir yıl sonar müzik atölyelerine Hattat Rakım İlköğretim Okulu’nu da ekleyerek devam etti yoluna.
 
Yapılan çalışmalar çocukların yaşamını değiştirirken dikkatli gözlerden de kaçmadı. Bu yaratıcı proje, sürdürülebilirliği ve dünya için pozitif bir model teşkil etmesi dolayısıyla Deutsche Bank’ın prestijli Urban Age Ödülü’ne layık görüldü.

Boş dersliklerde yaratılan küçük zamanlarla başlayan bu barış projesi 10. yılına yaklaşırken dört bini aşkın çocuğun yaşamına dokundu. Flüt ve akeordeonla başlayan, oradan senfonik müziğe uzanan eğitimler için bugüne kadar vakfın kaynaklarıyla 2000 enstrüman alındı.
 
Barış İçin Müzik bugün coşkuyla, hevesle ve sevgiyle müzik yapan bir orkestralar sistemi. Farklı kategorilerde alt orkestralardan oluşan Barış İçin Müzik Orkestrası, trombon sanatçısı Seçkin Özmutlu’nun 2014 Mart’ında kurduğu Barış İçin Müzik Bakır Üflemeliler Topluluğu ve Mete Ortaç yönetimindeki Barış İçin Müzik Korosu...

İlk konserini 2011 yılında veren Barış İçin Müzik Orkestrası bugüne kadar müzik direkörleri Bruno Campo, konserlerini yöneten şefleri Samuel Matus’un yanı sıra Cem Mansur ve Etienne Abelin’le çaldı. Vakfı ziyaret eden Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası sanat yönetmeni Sascha Goetzel ve onursal şefi Gürer Aykal’la da çalışma fırsatı buldular.
 
1976’da Venezuela’da başlayıp bugün tüm dünyaya model olan El Sistema’dan habersiz başlamıştı çalışmalarına Barış İçin Müzik. Ama amaçları müzikte ve çocuklarda buluştu. İKSV’nin desteğiyle önce Salzburg sonra da İstanbul’da gerçekleşen Sistem Europe Gençlik Orkestra Kampı’na katılan Barış İçin Müzik Orkestrası, Avrupa’nın farklı ülkelerinden 200 çocukla bir araya geldi. Diğer bir güzel gelişme de 2014 yılında Barış İçin Müzik’in El Sistema’nın resmi bir parçası haline gelmesiydi. Bu anlaşmayla Türkiye ve Venezüela’nın çocukları müziğin birleştiriciliğinde kardeş olurken her iki projenin de temelinde yatan yardımlaşma ve dayanışma amacına yönelik büyük bir adım daha atılmış oldu.
 
Bu akşam dinleyeceğiniz konser bu anlamlı projenin ürünü olan Barış İçin Müzik Orkestrası ile Türkiye’nin en iyi senfonik topluluklarından Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası’nı bir araya getiriyor. Sizler de gelirleri Barış İçin Müzik Vakfı’na aktarılacak olan bu konserde bizlerle birlikte olarak bu barış projesine destek oluyor, yarın bu koltuklarda bu müziği sizler kadar zevkle dinleyecek müziksever bir toplumun gelişmesine katkıda bulunuyorsunuz.
 
Barış İçin Müzik, her dokunduğu çocukla büyüyen büyüdükçe daha çok çocuğa dokunan bir kardeşlik ortamı. Buradan yetişen çocuklarımızın bazıları profesyonel müzisyen olacak, bazıları hayatta kendine başka yollar çizecek. Dileğimiz, kazandıkları birliktelik, uyum ve dayanışma ruhu ile müziğin birleştirici gücünü hep içlerinde taşımaları. Şimdi biz susalım, müzik konuşsun.
 
***
 
Bu maya tutar

Barış İçin Müzik Orkestrası’nın internette konser videoları var. Bunlardan özellikle CNN televizyonunca gerçekleştirilmiş olan bir program videosu, hem orkestranın performansı hakkında fikir veriyor, hem de program içinde yapılan sohbet bize Barış İçin Müzik hakkında daha geniş bilgiler aktarıyor. Bu videoyu başta müzik eğitimi camiamız olmak üzere tüm müzik camiamız ve ilgili herkesin dikkatle izlemesi; anlatılanların dikkatle dinlenmesi, anlatılanlardaki bazı satır arası değerlendirmelerin altının çizilmesi gerekiyor.

Eğer bu heyecan verici proje bir kısım ulusal köstekçilerimizce (!) kösteklenmezse, ilgili tüm kişi ve kurumlarımızca desteklenirse, yurt genelinde hızla yaygınlaştırılırsa; çok değil, 20-30 sene içinde Türkiye’nin toplumsal çehresi değişir.
 
Peki bu maya tutarsa neler olur? Kentlerimizde, kasabalarımızda çocuk ve gençlik senfoni orkestraları filizlenmeye başlar. Tek sesli / çok sesli müzik, Türk müziği / Batı müziği tartışmaları, kavgaları, itişip kakışmaları son bulur. Toplumumuz iyi müzik kültürüyle tanışır, kentlerimizde konser salonları açılır, iyi müziğe talep arttıkça profesyonel orkestralar da kurulmaya başlanır, konservatuvar mezunu sanatçılar için istihdam ortamları yaratılır. Güzel sanatlar liselerimizde ve tüm müzik ve müzik eğitimi okullarımızda eğitim kalitesi yükselir, bu kurumlarımız kendilerine bir çeki düzen vermek zorunluluğu hissederler. Örgün ve yaygın müzik eğitimini uzun yıllardır bir takım seminer, panel, konferans, kongrelerden ibaret zanneden ilgili kurumlarımız, “olması gerekenin” farkına varırlar.
 
Talep arttığı için bestecilerimiz hem Barış İçin Müzik orkestraları için hem de bu vesileyle sayıları artacak olan profesyonel orkestralarımız için yeni yeni eserler üretmek üzere zorlanırlar; çalışmaları, eserleri değerlenir ve gelir elde etmeye başlarlar. İyi çalgı üretimi sektörleri doğar, nota yayımcılığı sektörümüz büyür, gelişir. İyi müzik kültürüyle tanışmış olan toplumumuz daha güler yüzlü, daha az kavgacı, daha hoşgörülü, dünyaya ve insanlara daha sıcak bakan bir çehreye doğru adım atar. Ve en önemlisi, başından beri hedefine, amacına asla oturtamadığımız Atatürk Müzik Devrimi, ilk kez emin adımlarla başarıya doğru yol alır.
 
Son zamanlarda pek çok ülkede yayılmakta olan bu maya tüm dünyada tutarsa neler olur? Pek çok güzel şey olur. Sadece bir tanesini yazayım: “Savaşlar biter”.
Biraz fazla mı uçuşa geçtim dersiniz? Eh, olsun o kadar... İçinde bulunduğumuz 2014-2015 öğretim yılı hesabıyla meslek yaşamının tam tamına kırkıncı senesi içinde bulunan ve meslek yaşamı boyunca benzer işlere kafa yorup çalışmalar yapmaya çalışmış, pek de başarıya ulaşamamış bir müzik eğitimcisinin heyecanı olarak değerlendirilsin. Denemeye, tüm gücümüzle bu projeye destek vermeye değmez mi?

Barış İçin Müzik çocukları; yurtta ve dünyada çığ gibi büyüyün, yolunuz açık olsun.
 
Barış İçin Müzik projesine ilişkin daha ayrıntılı bilgi edinmek, onlarla iletişime geçmek, onlara omuz ve destek vermek isteyenler için web adresi: http://www.barisicinmuzik.org/  

Yakup Kıvrak
 

BENZER HABERLER

    YORUMLAR


    Akçaağaç Sok. Görhan Apt. No: 1/1A Acıbadem Üsküdar / İSTANBUL | T: 0532 343 9328 | F: 0216 326 39 20