SÖYLEŞİ

Serenad dinleyicisine kavuştu

12.10.2019


Paylaş:

En önemli birleştirici unsurlarından biri müzik olan bir aileye doğan, lise döneminde masa tenisi Türkiye şampiyonu olan, eczacılık mezunu, ülkenin en önemli korolarında görev almış, uluslararası ve ulusal anlamda önemli konserlere imza atmış bir isim Serenad Bağcan. Aynı zamanda bir anne, Uzak Doğu şifa teknikleri ve nefes eğitimi eğitmeni; yoga yapıyor ve dövüş sporlarıyla ilgileniyor. Yakın zamanda ilk solo albümü Serenad’ı yayımlayan çok yönlü sanatçıyla Berna Başaran söyleşti.

 

Serenad albümünün fikir olarak ortaya çıkması ve hazırlık sürecinden bahseder misiniz? Fazıl Say’la da uzun süredir birlikte çalıştığınızdan yola çıkarak, bu bir aile albümü olarak nitelendirilebilir mi?

 

Bir albüm yapma fikri öncesinde hem devlet çoksesli korosunda çok sevdiğim işimi yapıyor, hem de Fazıl Say’la Türkiye’de ve dünyanın birçok yerinde konserler veriyordum. O dönemde sanatsal açıdan bunlar bana yetiyordu.

 

Babamın kendi küçük mütevazı stüdyosunda benim için yaptığı bestelerini dinlediğimiz bir gün, ileride bir albüm yapacaksam bu besteleri içeren bir albüm olması gerektiğine karar vermiştim. Bu, babamın emeğine, müziğe olan tutkulu aşkına ve disiplinine duyduğum ölesiye hayranlıkla alınmış bir karardı. İşte Serenad albümü yolculuğu böyle başladı.

 

Artık albümü yapma zamanı geldiğine karar verdiğimde çok sevdiğim işimden ve yaşadığım şehirden ayrılarak, çalışmalarımı yürütmek üzere İstanbul’a taşındım. Albüm fikrimi sevgili Fazıl’a açtığımda birlikte yaptığımız İlk Şarkılar veYeni Şarkılar albümlerine atfen “Ya bu kalitede ya da bunların üzerinde olmalı” yorumunda bulunması, yolculuğumun ne kadar zorlu ve beklentinin ne kadar yüksek olacağını bir kez daha ortaya koymuştu. Kendimi, karşılamakla yükümlü gördüğüm bu hedef, albüm çalışması sürecinin tamamına yön verdi. 

 

Albümde yer alacak şarkıların belirlenmesi ve müziklerinin yapılması aşamasını, albüme bilgisini, birikimini ve değerli emeğini katan sevgili dostum, müzisyenim, aranjörüm Ekin Eti’yle uzun ve zorlu bir çalışma süreciyle tamamladık. Çok yoğun ve sancılı bir süreçti ikimiz için de. Hep daha iyisine, en iyisine ulaşmak için çatıştığımız anlarımız da olmadı değil… Bunun sonucunda içimize çok sinen bir ürün oldu Serenad.



 

Albümle ilgili planlarınız neler?

 

Mevcut repertuvarıma eklediğim, albüm şarkılarımın da yer aldığı ve beni klasik müzik severlerle, festivallerde, konser salonlarında buluşturacak olan, senfonik orkestra ve oda orkestrası düzenlemelerimizi de tamamlamak üzereyiz. Diğer yandan popüler kültür dışında arayışta olan, geniş kitlelere ulaşacak projeler üzerinde çalışmalarımızı sürdürmekteyiz. Günümüz koşulları gereği dijital platformlarda da yer alıyoruz.

 

Albümün hazırlık sürecinde beni çok etkileyen bir anım var. Çalışmaktan çok yorulduğumuz sıcak bir yaz günü, Yoğurtçu Parkı’nda yürürken gördüm onu. Merhaba dedim, üzerine alınmadı. Tekrarladım… Bu sefer yüzünde bana mı söylüyorsun dercesine beliren soru işaretinin yanında, hafif bir gülümseme belirdi dudağında. Yanına oturdum, biraz ürkekti, hani bakmak istemezsiniz ama gözlerinize hâkim olamazsınız ve aniden bakarsınız ya… İşte öyle baktı bana. İstanbul’un nemli, yakan ve ıslatan sıcağına hiç aldırmıyormuş gibi, çok kalın kışlık bir kaban vardı üzerinde, kırlaşmış saçlarını gizleyen, kalın bir bere başında. Lekelerden ve kirden rengini tahmin bile edemeyeceğiniz bir pantolon, kışlık eski bir bot… Kızgın güneş vücudunda görebildiği iki yeri kasıp kavurmuştu, ellerini ve güzel yüzünü. Oturduğumuz bank onun eviymiş, kuş pisliklerinin olmadığı yere özenle buyur etti beni, konuştuk uzun süre. Düzgün Türkçesi, kendini ifade edişindeki ustalık ve kibarlığıyla tam bir eski İstanbul beyefendisi. Sokakları ve Yoğurtçu Parkı’ndaki bir bankı kendine ev edinmiş olan bu kişi benim İstanbul maceramın ilk kahramanı. Şimdilerde ise vakit geçirmekten zevk aldığım arkadaşım. Bunu size neden anlattım biliyor musunuz? Çünkü şarkılarımı ilk o dinledi. Kendisinden çok şey bulduğu Pamuk İpliği şarkısına ilk gözyaşı döken, Bülbül şarkısındaki yorumculuğuma, sanki bir müzik eleştirmeniymiş gibi müzik jargonuyla yorumlar getiren, Annem şarkısını dinlediğinde, annesine vefasızlığını hatırlayan ve bunu samimiyetle dile getiren hep o… “Yaşanmışlıklarımla hayatınıza, sevgim ve sesimle yüreklerinize dokunmaya geliyorum” cümlesi, Yoğurtçu Parkı’nda yaşadığım ve nasıl dokunduğuma birebir şahit olduğum bu olaydan sonra söylenmiştir.



 

Fazıl Say’la birlikte çalışmanız, 2011’de Nazım Oratoryosu’nda söyleyecek solistin gelmemesi üzerine bu görevi üstlenmenizle başladı. İlk Şarkılar albümüyle 2013 yılında önemli bir ilke imza attınız ve albüm, türünden beklenilmeyen bir başarıya erişerek çok satanlar arasına girdi. 2015 yılında Yeni Şarkılar albümü de dinleyiciden büyük ilgi gördü. Sizce bu albümlerin ve birlikte verdiğiniz konserlerin böyle yoğun bir ilgiyle karşılanmasının sebebi nedir?

 

Bu çalışmaların bu kadar başarılı olmasının nedeni insanımızın güçlü sözlerle desteklenen, usta ellerden çıkmış melodilere ve dinleyeni hikâyenin içine çeken bir soliste duydukları özlemdi bence. Fazıl Say da ben de işini ciddiye alan, durmadan çalışan, sınırlarını ve yeteneklerini keşfetmeye çalışıp bunları geliştirmeyi hedeflemiş müzisyenleriz. Hayatta sevdiğiniz bir şeye emek vermek kadar sizi besleyen ne olabilir ki?

 

Fazıl Say gibi mükemmeliyetçiliğiyle bilinen bir yorumcu ve besteciyle çalışmanın zorlu ya da farklı yönleri neler?

 

Bizim konserlerimizin başka bir özelliği de her performansın diğerinden farklı olmasıdır. Çünkü hissedişimiz, nüanslarımız ve yorumumuz, hatta konuşmalarımız bile değişebilir sahne üzerinde. Bu durum hem bizim hem de izleyicimiz için sürprizdir. Bu tadı keşfetmiş izleyicilerimiz, “şarkılar” konserlerimize birçok kez gelmişlerdir. Fazıl Say’ın mükemmeliyetçiliğiyle benim titizliğimin bir araya gelmesi sonucunda iyi bir uyum yakaladığımızı düşünüyorum.



 

Üniversitede Eczacılık okudunuz, ancak bu mesleği hiç yapmadınız. Halanız Selda Bağcan, babanız, amcalarınız ve kız kardeşleriniz de müzik dışı alanlarda eğitim alan ancak müzikle tanınan kişiler. Çocukluğunuzdan itibaren mandolin ve piyano derslerini takiben Ankara Çocuk Korosu, Ankara Çoksesli Gençlik Korosu, Orfeon Oda Korosu ile Kültür ve Turizm Bakanlığı Devlet Çoksesli Korosu’nda görev aldınız. Eczacılık eğitiminin müzik kariyerinize nasıl bir etkisi oldu?

 

“Bağcan ailesinde müzik yapabilmenin ön koşulu üniversite mezunu olmaktır” şeklinde kendi aramızda tiye aldığımız bir durumumuz vardır. Her üçümüz de çocukluğumuzdan itibaren müziğin içinde olup bu yönde eğitim alırken, ailemizin yönlendirmesiyle müzik dışında bir alanda lisans eğitimlerimizi tamamladık. Eczacılıkta öğrendiğim biyokimyasal maddelerin insan vücudu ve ruhu üzerine etkileri ile müziğin benzer etkilerini bağdaştırmanın, benim müziği anlama ve anlatma dilime farklılık kattığını düşünüyorum.

 

Korist ve solist olmanın arasındaki farklar sizce neler?

 

Her ikisini de büyük bir keyifle yapmış ve yapıyor olmakla birlikte, birini bir diğerinden üstün görmüyorum. Koro içerisinde şarkı söylemek, sizin de içinde olduğunuz bir bütüne ait olma ve onun mükemmelliği uğruna kendi sesinizi bir bütüne uyumlamayı gerektiriyor. Bu da her bir koristin diğer arkadaşının sesine saygısı, hoşgörüsü ve kabulüyle mümkündür bence. Koro içinde her ne kadar ayrı ayrı bireyler olsak da aynı anda nefes alıp vererek, aynı nüansı yaparak sonuçta “bir”i oluşturmuşuzdur.

 

Solist olduğunuzda kendinizi ifade edebilmek için daha özgür ve geniş bir alana sahip olursunuz. Sesinizi istediğiniz gibi kullanır, iç dünyanızı ve hislerinizi o günkü yorumunuza yansıtabilirsiniz. Artık koro şefinin değil, kendi duygu ve yorumunuzdur dinleyiciye aktardığınız.


Sahnelenmesinde yer aldığınız eserlerde ve albümlerde Türk edebiyatının duayen şairlerinin şiirleri yer alıyor. Bu şairler arasında bu coğrafyanın zorluklarından bizzat mustarip olan Pir Sultan Abdal, Nazım Hikmet ve Metin Altıok’un yanı sıra şiire büyülü bir coşkunluk katan Orhan Veli ve Can Yücel ile İkinci Yeni akımından Turgut Uyar, Edip Cansever ve Cemal Süreya bulunuyor. Eserlere hazırlık aşamasında edebi açıdan nasıl bir çalışma yürütüyorsunuz?

 

Eserlere hazırlık aşamasında öncelikle şairlerin hayatlarını en ince ayrıntılarına kadar araştırıyorum. Daha sonra şarkısını söyleyeceğim şiiri ve şairin, bu şiiri yazarken hangi duygu durumunda olabileceğine odaklanıyorum. Bu aşamada empati geliştiriyorum ve çalışma boyunca o duygu durumuyla yaşıyorum. Size bir sır vermek istiyorum… İlk Şarkılar albümündeki şarkılara çalışırken çok derin bir depresyona girdim. Bana ne olduğunu da bilemedim. İşte “Fazıl Say’ın müziğiyle kendimi keşfediyorum” dediğim şeylerden biri de bu durumdur. Ben, her eserin ruhu ne ise, bir dönem onun içinde yaşıyor, savruluyorum. Bunu yaşamak, yorumuma katkıda bulunurken ruhen ve bedenen çok yorucu, acı verici ve yıpratıcı bir dönem oluyor benim için.

 

Başta metaforların ağırlığını taşıyan ve okuyucu açısından görece olarak zorlayıcı olan İkinci Yeni özelinde, yorumda dikkate aldığınız hususlar neler?

 

İkinci Yeni sanat anlayışının şarkılardaki yorumuma etkisini Göğe Bakma Durağı üzerinden anlatmak uygun olur. Bu çalışmada ben de bildiğim, süregelen kalıplarımın dışına çıktım. Yorumumda kalıplaşmış ses tekniği sınırlarından çıkarak, sözlerin ve müziğin taşıdığı duyguyu teatral bir formda aktarmayı seçtim. Örneğin,“Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum” sözlerini dişlerimi sıkarak söyleyişimin, şarkının sonundaki haykırışı sesimdeki çatallanmayla ifade edişimin ve buna benzer birçok sıra dışı tekniğin dikkatli kulaklarca fark edileceğini düşünüyorum.

 

Sizinle ilgili yorumlarda sesinizin özgünlüğünün yanı sıra, icra ettiğiniz eserlerdeki duygu değişimlerini hem müzik hem de vücut diliyle yansıtabilmeniz vurgulanıyor. Belki de çoksesli müzik icracılarının esere ve notaya sıkı sıkı bağlı kalmak adına duyguyu ihmal etmesinden şikâyetçi olan izleyici bu kez müzikten ödün verilmeden de sahne performansı yapılabileceğini gördü. İleriki planlarınızda teatral unsurların ağırlığının daha fazla olacağı çalışmalar bulunuyor mu?

 

Tam da soruda ifade edilen şekilde, şarkılar ve teatral unsurları da içeren bir sahne gösterisi proje taslağı üzerinde çalışıyoruz. Detayları hâlen kesinleşmemiş olmakla birlikte, öznesi ve mesajı kadın ve toplum ilişkisi üzerine olacak böylesi bir projede yer almak benim için de yeni bir deneyim ve yeni bir ifade alanı olacaktır. 



 

Hayat hikâyenize bir göz atıldığında bu hikâyenin temel unsurunun kadınlar olduğu anlaşılıyor. Ailenizdeki farklı ve güçlü kadın kimliklerinden ve bunların sizi özel ve mesleki yaşamınızda nasıl etkilediğinden bahseder misiniz?

 

Toplumların, ülkelerin, dünyanın hatta gezegenimizin iyiye, güzele, sevgiye evirilmesinin, kadınların kendi güçlerinin ve yaratıcılıklarının farkına varmasıyla mümkün olacağına inanan bir kadınım.

 

Benim ailemdeki kadınların ortak özelliği, sevdikleri ve yaratıcılıklarını kullanabilecekleri alanı keşfetmiş olmaları ve o hedefe odaklanabilmeyle birlikte eyleme geçme gücünü gösterebilmelerinde yatıyor bence. Bu durum, hayallerinden vazgeçmemeyi, başkalarına göre yaşamamayı, hayata bağlı kalmayı, çok derin bir sevgi, şefkat ve sorumluluk duygusunu da beraberinde getiriyor.

 

Babaannem Fevziye Bağcan’ın, bütün çocuklarını okutabilmek için ayakta kalmasının; halam Selda Bağcan’ın, yönetimler değişse de ona yaşatılan zorluklara karşı eğilmez, yönetilemez, özgür ve değişmeyen düşüncelerinin arkasında durabilmesinin; annem Süheyla Bağcan’ın, üç kızının, kendi hayallerinin peşinden, azimle koşabilmek için, çelik gibi bir irade ve sorumluluk duygusunu aşılayabilecek, güçlü, örnek bir anne olmasının altında, işte bu derin sevgi, şefkat ve sorumluluk duygusu yatıyor.

 

Üç kardeş olarak Aralık 2015’te verdiğiniz yeni yıl konseri gibi yeni ortak çalışmalar öngörüyor musunuz?

 

Ablam Sonat Bağcan’ın, bebeklerimiz ve çocuklarımız için yaptığı ve onlara, sahip oldukları gücü unutturmamayı hedefleyen Sevgiyle Yürü Yolunu adını verdiği ninni albümü, diğer kız kardeşim Seda Bağcan’ın zihinlerimize ve bilinç altımıza etki eden mantra müziği albümleriyle biz yeni nesil Bağcan kadınlarının, sevgi ve sorumluluk anlayışını, biraz daha kitlesel boyuta taşıdığımızı düşünüyorum. Bu düşünce doğrultusunda, çok keyif aldığımız ve değişik tarzlarımızı, sahnede birleştirip bütünleştirdiğimiz konserler yapıyoruz. Bu konserlere devam edebilmek için benim albümümün çıkmasını bekledik. Şimdi tam hız konserlere devam edeceğiz.

 

Gülten Akın, Nilgün Marmara, Lale Müldür, Melisa Gürpınar, Didem Madak ve Birhan Keskin gibi kadın şairlerin şiirlerinden bestelenen eserlerden oluşan bir albüm fikri size nasıl geliyor?

 

Harika bir soruyla bana yeni bir proje sundunuz size teşekkür ederim. Kadın şairlerin şarkıları… Hatta şu an ismini bile koydum: “Kadınca Şarkılar”. Bunu yapılacaklar listemin en başına koyuyorum. Andante Dergisi ve Serenad Bağcan ortak çalışması… Kulağıma çok hoş geliyor.

 

Birbirinden bu kadar farklı, geniş kapsamlı uğraşları ve ilgi alanları olan biri olarak sizi neler besliyor?

 

Onca yıla bunca şeyi nasıl sığdırmışım diye ben de düşünmeden edemiyorum. Çeşitlilikten, değişik alanlarda bilgilenmekten ve bunu müzisyenliğime ve yorumculuğuma katıp dinleyenlere aktarmaktan besleniyorum.

 

Bir yorumcu ve müzisyen olarak müziğin hangi türlerini seviyorsunuz?

 

Bir yorumcu ve müzisyen olarak, dünyadaki bütün müzikleri merak ediyorum. Ayırt etmeksizin her şeyi dinleyebilme potansiyeline sahibim. Bazen bu durum yakınlarım tarafından hayretle karşılanır. Latin müziğine hayranımdır ve söylemeye bayılırım. Türkülerimize vurgunum. Yeri gelir popüler müzik dinlerim, yeri gelir Mozart Requiem dinlerken erir giderim.

Berna Başaran



Andante'nin Mayıs 2019 tarihli 151. sayısında yayımlanmıştır.

 

BENZER HABERLER

    YORUMLAR


    Akçaağaç Sok. Görhan Apt. No: 1/1A Acıbadem Üsküdar / İSTANBUL | T: 0532 343 9328 | F: 0216 326 39 20