SÖYLEŞİ

Türk mezzosoprano Lori Şen, Lady Diana rolünü seslendirecek

03.06.2020


Paylaş:

Berna Başaran, Lady Diana’nın hayatı üzerine yazılan Queen Of The People’s Hearts adlı müzikalin Washington, D.C. bölgesinde yapılacak ilk temsillerinde Prenses Diana rolünü seslendirecek olan Türk mezzosoprano Lori Şen’le söyleşti.

Role seçilmeniz ve hazırlık süreciniz hakkında bilgi verir misiniz? Sizin için Diana gibi tanınırlığı fazla ve renkli bir karakteri canlandırmanın farklı ve zorlayıcı yönleri neler oldu?

Bu role seçilmem çok enteresan oldu. Maryland Lyric Opera’nın geçen Eylül’deki Cavalleria Rusticana temsilinin provalarında Angela Knight adlı bir sopranoyla tanıştım. Kendisi yıllardır Washington National Opera’nın koro üyesi ve hem Amerika’da hem de yurtdışında solo kariyerini de sürdürmekte. Ortak tanıdığımız bir müzisyenden benim caz ve müzikal de söylediğimi duymuş. Besteci Randal Dewey ile beraber Prenses Diana ile ilgili yeni bir müzikal yazdıklarını ve Nisan ayında da müzikalin prömiyerinin gerçekleşeceğini söyledi. “Bütün rolleri verdik, fakat hâlâ Lady Diana’yı arıyoruz. Seni bir dinlemek istiyorum” dedi. Birkaç gün sonra bu vesile ile görüştük ve kendisine kendimi dinlettim. “10 gün sonra bütün kast ile bir araya gelip müzikali baştan sona küçük bir seyirci kitlesine sergileyeceğiz. Tepki ölçmek istiyoruz. 10 günde bu rolü öğrenebilir misin?” dedi. 10 gün içinde bütün şarkıları ve replikleri öğrendim. Bu performanstan sonra rolü bana verdiklerini belirttiler ve kontratı imzaladık. Sanırım ilk temsiller Eylül ayı içinde yapılacak. Şimdi rol için hazırlanıyorum. Prenses Diana ile yapılmış röportajları izliyorum. Hareketlerini, mimiklerini çalışıyorum. Konuşmalarını, sesini taklit ediyorum. Replikleri İngiliz aksanıyla telaffuz etmem gerekecek. Dolayısıyla İngiliz aksanı çalışıyorum. Benim için çok ilginç bir süreç. İlk defa gerçekten yaşamış, dünyaca tanınan bir karakteri canlandırmak üzere çalışıyorum. Tabii ki çok heyecanlıyım.
 
Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde (ODTÜ) gördüğünüz fizik eğitiminin ardından İzmir’de fizik öğretmenliği konusunda yüksek lisans yaptınız. Müteakiben Dokuz Eylül Üniversitesi Devlet Konservatuarı Şan Bölümü’nü bitirdikten sonra 2012 yılında Fulbright bursiyeri olarak Princeton, New Jersey’de Westminster Choir College adlı müzik okulunda başladığınız “Vokal Pedagoji ve Performans” konulu yüksek lisansınızı 2019 yılında tamamladığınız “Vokal Performans” konulu doktora çalışması izledi. Bu kadar yoğun ve birbirlerinden farklı çalışmalar birbirini nasıl etkiledi ve besledi?

Aldığım çeşitli eğitimlerin ve sahne deneyimlerimin daha donanımlı bir müzisyen ve eğitimci olmama yardımcı olduğunu düşünüyorum. Müzisyenleri genelde ikiye ayırırlar “eğitimli” ve “alaylı” müzisyen seklinde. Açıkçası özellikle klasik müzik alanında kariyer yapabilmek için eğitimin gerekli olduğunu düşünüyorum. Şan, solfej, diksiyon ve sahne dersleri dışında kendini entelektüel olarak geliştirmek de çok önemli. Tarih, edebiyat ve felsefe bilmek, farklı kültürlerle ilgili iyi bilgi sahibi olmak gerekiyor. Aldığım her eğitimin bana farklı beceriler ve bakış açıları kazandırdığına inanıyorum. Örneğin, fizik eğitimim sayesinde Westminster Choir College’da yaptığım vokal pedagoji ve ses bilimi çalışmalarımda başarı elde ettim, araştırmalarımı burada çeşitli konferanslarda sundum. Fizik öğretmenliği tecrübem sayesinde öğrencilerin anlamakta zorlandığı konseptleri farklı anlatım şekilleriyle anlaşılır hâle getirmeyi öğrendim. Kısacası, her aldığım eğitimin açtığı farklı kapılar ve kazandırdığı tecrübeler, aynı zamanda da karşıma getirdiği insanlar sayesinde bugün sahip olduğum bilgi ve becerileri ve bakış açısını kazandım.



Amerika’da hangi isimlerle çalıştınız? Amerika ve Türkiye’deki müzik eğitiminin arasındaki farklar sizce neler ve bu farkların sizin kariyer planınız üzerindeki etkileri ne şekilde oldu? Amerika’daki müzik eğitiminiz ve yeni yaşamınıza başlangıç esnasında başınızdan ilginç şeyler geçti mi?

Amerika’ya ayak bastığım anda kendimi Westminster Choir College gibi hem performans odaklı hem de oldukça akademik bir ortamda, aynı zamanda da dünyanın her yerinde temsiller yapmış meşhur bir fakülteye sahip bir okulda buldum. Orada iki yıl boyunca dramatik soprano Sharon Sweet ile şan çalıştım. Lirik mezzo repertuvarı çalışmamı öneren o oldu. Amerika’ya gitmeden önce lirik soprano repertuvarı çalışıyordum. Westminster Choir College aynı zamanda koro performansları ile Amerika çapında ün yapmış bir okul. Okula adım attığım andaki ilk büyük tecrübem Westminster Symphonic Choir üyesi olarak Yannick Nézet-Séguin gibi bir şefin yönetimi altında Carnegie Hall’da Verdi Requiem söylemek oldu. Solistler Marina Poplavskaya, Christine Rice, Rolando Villazón ve Mikhail Petrenko idi. Westminster Opera Theatre’ın opera prodüksiyonlarında rol aldım. Piyanist ve şef William Hobbs ve direktör David Paul ile çalışma şansım oldu. Diğer yandan vokal pedagoji çalışmalarıma Kathy Price ve Christopher Arneson ile devam ettim. University of Maryland’de ise Amerika’nın önde gelen şan pedagoglarından Martha Randall ile şan çalıştım. Özellikle doktora dönemimde birçok yenilikçi müzisyenle yollarım kesişti. Amerika’da kendimi daha çok “yeni müzik” ve “deneysel müzik” ortamlarında buldum diyebilirim.

Amerika ve Türkiye’deki müzik eğitiminin farklılıklarını şan açısından değerlendirmek gerekirse, Amerika’daki eğitimin çok daha akademik olduğunu söyleyebilirim. Hem eserleri seslendiriyorduk hem besteci ve şairlerle ilgili kitaplar okuyorduk, hem de araştırma yapıp yazıyorduk. Amerika’daki müzik eğitimimde farklı gördüğüm bir başka şey de lied repertuvarına gösterilen ilgi ve değer oldu. Lied dediğim zaman sadece Almanca eserlerden değil, klasik batı müziği çerçevesinde bestelenmiş bütün “şarkı” formatındaki eserlerden bahsediyorum.
 
Ülkemizi başarıyla temsil eden yeni jenerasyon opera sanatçıları arasında sizin gibi ilk mesleki eğitimlerini müzik dışındaki alanlarda alan isimler var. Bu isimler arasında sizin gibi ODTÜ mezunu olan Önay Kağan Köse ve Levent Bakırcı ile Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu Burcu Soysev var. İlk mesleki kariyerinizi müzik uğruna geride bırakmak sizin için zor bir karar mı oldu ve bu süreçte en çok kimlerin desteğini gördünüz? Sizin gibi ilk mesleki eğitimini başka branşlarda alıp, içindeki müzik tutkusunun önüne geçemeyen gençlere bir sanatçı ve eğitici olarak önerileriniz neler olur?

Doğruyu söylemek gerekirse bu kararı vermek benim için zor olmadı. Nedense bunun doğru karar olduğundan çok emindim çünkü. Şimdi dönüp baktığımda “Ne kadar da cesurmuşum!” diyorum. Son 12-13 yıldır dur durak demeden ne kadar çalıştığımı ve özveride bulunduğumu düşününce bazen ister istemez böyle düşünüyorum. Fakat zaman zaman ne kadar sorgulasam da “O zamana geri dönsem yine aynı şeyi yaparım” diyorum. İlk başlarda pek bir destek gördüğümü söyleyemeyeceğim. Herkes bana deli gözüyle bakıyordu ve muhtemelen geçici bir hevestir diye düşünüyorlardı. Ailemde müzisyen olmadığı için ilk başta çok tedirgin oldular ve müziğe hobi olarak devam etmemin daha doğru olduğunu düşündüler. Sanat ve müziğin günümüzde hem maddi hem manevi anlamda hak ettikleri değeri görmedikleri malum. Bu nedenle ailemin kaygısını anlayabiliyordum, çünkü beni çok zorlu bir yolun beklediğinin farkındaydılar.

İlk mesleki eğitimini başka branşlarda alıp, içindeki müzik tutkusunun önüne geçemeyen arkadaşlara önerim zorlu bir yola girdiklerinin farkında olarak bu maceraya atılmaları. Gözlemliyorum ki müzikte de bir piramit söz konusu. İlk başlarda insan yeteneği dışında çalışma etiği ile, sahne tecrübesiyle ve belki entelektüel zenginliği ile de fark yaratıp öne geçebiliyor. Bir de yurt dışında müzisyen olarak kariyer yapmaya çalışmanın maddi zorluklarını atlamamak lazım. Fulbright bursiyeri olduğum yüksek lisans yıllarımda bile, oldukça mütevazı bir hayat yaşamama rağmen ailemin maddi desteğine ihtiyacım oldu. Müzik konusundaki ciddiyetime ikna olduktan sonra hem maddi hem manevi çok destek oldu ailem bana. Onlara sonsuz teşekkür borçluyum. Maddi sıkıntıya ek olarak vize ile ilgili zorlu durumlar da olabiliyor. Dilediğiniz gibi çalışamıyor, ilerleyemiyor, kendinizi destekleyemiyorsunuz. Bu anlamda daha önceden başka branşlarda eğitim almış olmak avantaj olabiliyor, insana hiç beklenmedik kapılar açabiliyor.


 
15 ayrı dilde caz, opera, oratoryo, solo resital ve müzikal gibi çeşitli müzik performanslarında yer alan bir sanatçı olarak bu farklı türler arasındaki geçişin ve teknik farklılıkların üstesinden nasıl geliyorsunuz? Vokal pedagogu kimliğinizle, farklı türlerde müzik icra eden vokalistlere bu konudaki önerileriniz neler olur?

Doğruyu söylemek gerekirse temelde bu türler arasında çok da büyük teknik farklılık yok. Sonuçta hangi stilde olursa olsun, şarkı söylerken aynı anatomiyi kullanıyoruz. Fakat farklı stillerde söylerken vokal anatomimizin farklı kas grupları daha aktif oluyor ve belki nefesimizi de biraz farklı kullanıyoruz. Bu anlamda bence en büyük teknik fark mikrofon ile ve mikrofonsuz icra gerektiren stiller arasında oluyor. Opera, oratoryo veya klasik müzik eserlerinin seslendirildiği resitallerde vokalist mikrofon kullanmıyor ve yıllarca aldığı şan eğitiminin kazandırdığı teknik beceriler ile mikrofon kullanmaya gerek duymaksızın koca bir orkestrayı arka planda bırakarak sesini bir konser salonunun en arka sırasındaki koltuklarına kadar gönderebiliyor. Bunu özgür bir ses ve net bir tonla, doğal ve istikrarlı şekilde yapabilir hâle gelmek yıllar süren şan eğitimi ile mümkün oluyor.

Hangi stilde söylemek istiyorsanız söyleyin, uzun süreli bir kariyer hedefliyorsanız ses sağlığınıza önem vermek durumundasınız. Ses sağlığını korumak da ancak sesi bilinçli ve kontrollü kullanabildikçe mümkün. Özellikle geçtiğimiz yıl içerisinde birçok müzikal ve caz vokal öğrencim oldu. Hepsi ile klasik şan egzersizleri yapmaya ve klasik şan repertuvarı çalışmaya özen gösteriyorum. Klasik müzik vokalistleri bu egzersizler ve repertuvarla sesi daha bilinçli ve kontrollü kullanabilir hâle geliyorlar. Farklı müzik stilleri farklı müzik bilgisi ve ifade zenginliği gerektiriyor. Dolayısıyla farklı türlerde söylemek isteyen arkadaşların icra etmek istedikleri türlerle ilgili iyi bilgi sahibi olmalarını, bu stilleri çok dinlemelerini ve mümkünse bu stilleri iyi bilen vokal pedagogları ile çalışmalarını öneririm.
 
Başrolünü üstleneceğiniz müzikalin ardından hangi çalışmalarda yer almayı planlıyorsunuz? Çalışmalarınızda Türkiye’ye de yer vermeyi düşünüyor musunuz?

Müzikal ile beraber üzerinde çalıştığım başka projeler var. Maryland Lyric Opera’nın Thaïs temsilini yeni tamamladık. Massenet’nin bu operasında korist olarak sahne aldım. Klasik Batı müziği bestecileri tarafından düzenlenmiş Sefarad şarkıları projem devam ediyor. Gecen hafta Baltimore’da gitarist Jeremy Lyons ve piyanist Ying-Shan Su ile beraber bir konserimiz oldu.

İple çektiğim iki çok güzel projem var. Eylül ayında Washington D.C. Yunus Emre Enstitüsü sponsorluğuyla Koreli soprano Lilly Ahn ve piyanist Ieseul Yoen ile gerçekleştireceğimiz harika bir projemiz var. Kore Savaşı’nın 70. yılı ile ilgili organize edilen etkinliklere dâhil olacağız ve dinletimizde Kore ve Türk eserleri seslendireceğiz. Heyecanla beklediğim bir diğer projem de bandoneoncu Heyni Solera ile tango projemiz. 2021 yılının ilk aylarında tangoyu ve basta bandoneon olmak üzere bu müzikte kullanılan enstrümanları anlatacağımız, tangonun Türkiye’deki yerinden bahsedeceğimiz sunumlu bir dinleti gerçekleştireceğiz. Dinletimizde Arjantin ve Türk tango eserleri seslendireceğiz. Şu anda repertuvar seçip parçaları aranje etme aşamasındayız.

Fotoğraflar: Aykut Uslutekin

 

BENZER HABERLER


    Akçaağaç Sok. Görhan Apt. No: 1/1A Acıbadem Üsküdar / İSTANBUL | T: 0532 343 9328 | F: 0216 326 39 20