01.09.2020
İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nin taze solist sanatçılarından tenor Berk Dalkılıç kurumun ve aynı zamanda Türk operasının geleceği en parlak isimlerinden biri. Büyük bir aşkla bağlandığı mesleğinde yıllardır takdir edilecek bir sabır, dirayet ve tutkuyla yükseliyor Dalkılıç. Yurtiçi ve yurtdışındaki konserleri, resitalleri, opera yapımlarındaki rolleriyle anlaşılan onu önümüzdeki sezondan itibaren başta İstanbul olmak üzere dünya sahnelerinde daha çok izleyip alkışlayacağız. Dalkılıç'la kariyeri ve hedefleri üzerine sohbet ettim.
*************
Pera Güzel Sanatların yanı sıra Mimar Sinan, İstanbul ve Haliç üniversitelerinde okudun, halen yüksek lisansını Okan üniversitesinde yapmaktasın. Çok sayıda okul çok sayıda deneyim de demek. Eğitim hayatını birkaç cümleyle özetlemeni isteseydim bana neler söylerdin? Bu süreçte öğrendiklerin-öğrenmediklerin, kızdıkların-mutlu oldukların, anladıkların-anlamadıkların nelerdir?
Çocukluğumdan bu yana düşünürsek, İstanbul’da girmediğim konservatuvar kalmadı herhalde. Mimar Sinan Devlet Konservatuvarı Piyano Bölümü öğrencisi olduğumda dokuz yaşındaydım. Biraz fazla yaramaz bir çocuk olduğum için hiçbir öğretmenimin beni unutmadığına eminim (Gülüşmeler). Her şeyden öte ben konservatuvar ortamında bulunmayı, oranın havasını solumayı seviyorum. Bu beni mesleki anlamda çok dinamik tutuyor. Bu nedenle sürekli bir eğitim ve öğrenme tutkusuyla sürdürüyorum sanat hayatımı. Sanatçı olmanın bence en güzel yanı bu, bu işte ‘son’ diye bir şey yok.
Erasmus bursu ile gittiğim Çekya’daki Janacek Müzik Akademisi’ndeki günlerimi asla unutamam. Değerli arkadaşım soprano Ayşenur Ayyıldız ile birlikte yaşadığımız mükemmel bir deneyimdi. O dönem stil-yorum hocamız olan İDOB’un çok değerli Müdür ve Sanat Yönetmeni bas Suat Arıkan’ın tavsiyesiyle keşfetmiştik bu okulu. Suat Bey geçmişte Brno şehrindeki Janackova Sahnesi’nde Don Giovanni rolünü söylemiş. Brno Operası’nı çok beğendiğini söylemiş ve okulunun da mutlaka aynı seviyede olduğunu düşünerek bize bu tavsiyede bulunmuştu. İyi ki bize bu tavsiyeyi vermiş! Bu sayede ilk profesyonel sahne deneyimimi edineceğim bir yolculuğa çıkıyordum. Okula kabul edildiğim yanıtını aldığım postanın içinde Domenico Cimarosa’nın L’impresario in angustie adlı opera eserinin notalarını da almıştım. Okulun kendine ait bir opera stüdyosu vardı ve bana bir rol teklifiyle gelmişlerdi. Hayatımın en unutulmaz anlarıydı. Günlerim profesyonel sahne deneyimi kazandığım eğitimlerle geçiyordu. Avrupa’nın her yerine birkaç saat uzaklıktaydım ve opera ve sanat ile sürekli iç içeydim. Hayata bakış açımın inanılmaz geliştiği ve güçlendiği dönemdir. Çok iyi hocalarım oldu Janacek Müzik Akademisi’nde. Tenor Franco Corelli’nin son öğrencisinin hocam olması da en büyük şanslarımdan biriydi.
Kızdığın bir şey var mı soruna gelirsem… Kızgınlığım yok ama bence ihmal edilen çok önemli bir konu var. Opera sanatı ile yoga ve spor birbirleriyle çok bağlantılı alanlar. Şu an konservatuvarlarda yoga, spor gibi dersler, etkinlikler var mı bilmiyorum ama eğer yoksa bir an önce zorunlu ders veya etkinlik olarak okullarımızda yer verilmeli. Opera sanatçısı olmak ve bu işi uzun yıllar aynı başarıyla sürdürmek hiç kolay bir iş değil ve bu meslekte ‘beden desteği’ çok önemli. Yoga ve spor Avrupa’da pek çok müzik okulunda gösteriliyor. Ben bu etkinliklere bireysel olarak yöneldim ve büyük faydasını gördüm, hâlâ da görüyorum.
Çok okul demek çok hoca demek. Bu mesleğin öğrenildiği yıllarda birden çok hocayla çalışmak doğru bulunmaz ve kafa karışıklığına yol açacağına inanılır ki aslında yanlış bir düşünce değildir çünkü başlangıçta zihnimiz çok yeterli bir süzgece sahip değildir ve deneyimlerimiz az olduğundan birkaç kanaldan gelen farklı bilgilerle kafa karışıklığı yaşamamız mümkündür. Ama eğitim sürecinde deneyim kazandıkça ve iyi bir temele sahip olduğumuza inandığımızda zihnimizdeki süzgecin daha iyi çalıştığını hissedebiliyoruz. İşte o aşamadan itibaren çalışacağınız her hocanın size mutlaka katacağı bir şeyler olur çünkü bu meslek sürekli yenilenen, yükseltilen ve güçlendirilen bir meslek. Siz istedikten sonra kendinizi sürekli geliştirebilirsiniz, o anlamda bir son durak yok. Zihnimizdeki süzgeci düzgün ve akıllıca çalıştırıp kendimizi çok iyi bir şekilde donatabileceğimizi düşünüyorum. Mesleğimin bence en güzel kısmı da bu. Sonu yok ve hep daha iyisi var.
Çok sayıda hocayla çalışman konusunda bir sorum daha var. Pek çok şancı bir haydi bilemedin iki şan hocasıyla çalıştıktan sonra profesyonel hayata atılır ama sen izlediğim kadarıyla bugüne kadar pek çok hocayla birebir çalıştın, ünlü şancıların ustalık sınıflarına katıldın. Neden bu kadar çok sayıda hocayla çalıştığını sorabilir miyim? Bu yöntemi tavsiye eder misin? Sakıncaları var mı sence bu yöntemin?
Başladığım günden bu yana (konservatuvar hazırlık süreci dâhil ederek) sayarsak Türkiye’de ve yurtdışında düzenli çalışmalar yaptığım sekiz değerli şan hocam olmuş (masterclass ve fikir edinme amaçlı çalışmaları saymıyorum). Bu bir şancı için çok iyi bir sayı! Gerçekten hepsinden de bir şeyler öğrendiğime inanıyorum. Her dersimi bir dönem kaydederdim. Sonra her dersi kaydetmekten vazgeçip kritik olan önemli noktaları kaydetmeye karar verdim çünkü hafızada tutmak yetmiyor artık. Mesela bir hocamla yaptığım kayıtları yıllar sonra açıp dinlediğimde o zaman farkına varamadığım ne çok şey olduğunu bugün daha iyi anlayabiliyorum. Mutlaka herkesin size katacağı şeyler oluyor. Bence sakıncalı olan aynı anda birden fazla kişiyle düzenli olarak çalışma yapmak. Çünkü ne yapacağınızı ne uygulayacağınızı şaşırabilirsiniz. İç sesinizi mi dinleyeceksiniz, karşınızda size bir şeyler öğretmeye çalışan hocanızı mı yoksa üçüncü bir ses olan başka bir hocayı mı? Bu çok yorucu ve bence asla sizi ileri taşıyacak bir şey değil. En fazla Placebo etkisi yaratabilir! Eğer şarkı söylerken rahatsanız veya hocanız sizi rahatlatabiliyorsa ve de ruh olarak kendinizi iyi hissediyorsanız demek ki doğru yerdesiniz! Düzenli bir hocanız olur ama arada bir masterclass yapar, fikir edinirsiniz o başka ama aynı anda birden fazla hocayla düzenli çalışma yapmayı kafa karıştırıcı buluyorum. Ben lisans döneminde çalışmalarımı Arses Eral ve Erdem Erdoğan ile yaptım. Yüksek lisans döneminde ise Seta Kürkçüoğlu ile devam ettim. Şu an aktif olarak repertuvar ve enterpretasyon çalışmalarımı İstanbul Devlet Opera ve Balesi piyanisti Arın Denizaşan ile yapıyorum.
Viyana’daki dünyaca ünlü MDW’ye kabul edildiğini ama hemen sonrasında okulla ilgili bir talihsizlik yaşadığını biliyorum, bu tatsız deneyiminden de bahseder misin?
2017 yılında lisans mezuniyetimi tamamlama aşamasında bu okulun sınavına girmiştim. Viyana Müzik ve Sahne Sanatları Üniversitesi (Hochschule für Musik und darstellende Kunst Wien-MDW) Avrupa’nın bu alandaki en önemli okullarından biri. O dönemde tenor Erdem Erdoğan ile konservatuvarda düzenli olarak şan çalışmaları yapıyorduk. Kendisi zamanında bu okulda yüksek lisans çalışmaları yapmış değerli bir sanatçıdır, beni de bu yola o sürükledi. Avrupa ve Asya’dan 75 kişinin girdiği sınav sonucunda okula üç kişinin seçildiği ilan edildi. Seçilenlerden biri de bendim. Okul tabii doğal olarak Almanca lisans belgesi istiyordu. Bunun için bana ve sınavı kazanan Perulu tenora belli bir süre verdiler. Yani ikimiz de aynı şartlarla kabul edilmiştik okula. Ben harıl harıl Almanca çalışmaya başlamıştım. Bir yandan da hem burs bulmam hem de vize ve kalacak yurt için kabul belgelerimi sunmam gerekiyordu. Bu sırada okulla irtibata geçtiğimde ‘siz sınavı kazanmamışsınız’ cevabını alınca şok oldum! Aynı şartlarda okula alındığımızı bildiğim için nasıl bir tavır almamız gerektiğini sormak üzere Perulu tenor arkadaşıma danıştığımda ondan inanılmaz bir yanıt aldım. Perulu daha ilk hafta okuldan ‘hoşgeldiniz’ maili aldığını ve okuldaki eğitimine başladığını söyledi! Bana ise maalesef hiçbir belge gönderilmemiş ve bu süreçte en ufak bir iletişim kurulmamıştı. Uzun bir süre hakkımı aradım fakat sonunda yoruldum. Okulun açılmasına on gün kala posta geldi gelmesine ama ben artık tüm istek ve motivasyonumu kaybetmiştim. Viyana’daki çok değerli şan hocam Claudia Visca ile hâlâ görüşmeler yaparım. Kendisinden çok şey öğrenmişimdir.
Borusan Sanat’ın bir dönem sürdürdüğü, ülkemiz için önemi büyük bir proje olan Akademi BİFO adlı opera stüdyosunda da çalıştın ve stüdyonun sonunda sahnelenen opera yapımında söyledin. Orada bulunduğun süre zarfında neler öğrendin?
Akademi BİFO, senin de altını çizdiğin gibi Türkiye için çok önemliydi. Umarım bu güzel proje bir gün yeniden hayata geçer. Borusan Sanat’ın yöneticileri bu alanda Türkiye’de bir ilki başararak ülkemizin ilk uluslararası opera stüdyosunu kurdu. Başladığı günden son güne kadar bu stüdyonun içinde olmak benim için gurur vericiydi. Başta Prof. Yekta Kara ve Sascha Goetzel olmak üzere Türkiye’nin ve Avrupa’nın önemli isimlerini ağırladı bu stüdyo.
Benim kendimi keşfediş sürecimin ilk dönemi Erasmus - Janacek Müzik Akademisi ile olduysa bu sürecin ikinci dönemi Akademi BİFO ve Yekta Hoca sayesinde olmuştur. Aktif opera oyunculuğu, bir esere hazırlanma süreci, karakter analizi ve sahne konularında çok şey öğrendim Yekta Hoca’dan. Özellikle Akademinin ikinci sezonunda Gianni Schicchi gibi bir eserdeki Rinuccio rolü ile beni oyunculuk anlamında çok iyi bir seviyeye taşıdı ki sırf bu yüzden bile kendisine ne kadar teşekkür etsem azdır. Aynı şekilde Sascha Goetzel ile olan çalışmalardan da bahsetmeliyim. Maestro bize şefle nasıl çalışma yapılacağından bir eserin nasıl çıkartıldığına, eserin duygusundan nasıl hissedilmesi gerektiğine varana kadar çok detaylı çalışmalar yaptırdı. Değerli piyanistlerimiz Barış Büyükyıldırım ve Fügen Yiğitgil de çalışmalarında iyi bir ensemble çalışması ve eser çıkarma sürecinin zorlu püf noktalarını öğrettiler. Stüdyo sayesinde BİFO’nun Der Rosenkavalier operası yapımında da söyleme fırsatı buldum. Çiğdem Soyarslan ile Roberto Devereux ve Serenad Burcu Uyar ile Anna Bolena operalarından bazı bölümleri seslendirdim. Fakat belki de en önemlisi Akademi BİFO sayesinde çok önemli isimlerin ustalık sınıflarına katıldım: Renato Bruson, Eva Mei, Luciana Serra, Guiseppe Sabatini, Vincenzo Scalera... La Scala Akademisi’ni İstanbul’a getirdik desek yeridir. Hatta bazı isimleri o kadar çok sevdik ve bize o kadar iyi geldi ki, ikinci kez çalışabilmek için tekrar davet ettirdik. Bu kişilerden biri Eva Mei’dir. Toplasanız iki hafta çalışmışımdır ama bana bu sürede ömrüm boyunca yetecek bilgiler öğretti desem yeridir.
Bugüne kadar pek çok yarışmaya girdin. Ulusal ve uluslararası düzeyde girdiğin yarışmalar sana neler kazandırdı, yarışmalara girmeyi diğer şancılara da tavsiye eder misin?
Yarışmalar bence insanı diri tutuyor. Yarışma ruhunu ve atmosferini seviyorum. Yarışmalar bana her şeyden öte daha fazla kondisyon ve her koşulda ne olursa olsun şarkı söyleyebilmeyi öğretmiştir. İlk ödüllerimi aldığım yarışma 2018 İzmir Genç Solist Yarışması Profesyonel Kategorisiydi. Hem sahne yorum ödülü hem de üçüncülük ödülü almıştım. Çok ağır bir faranjit ve soğuk algınlığı geçirmeme rağmen yarışı bu ödüllerle kapatmam işime ve kendime olan inancımı artırmıştı. Hemen ardından Siemens Opera Yarışmasına girdim ve buradan da üçüncülük ödülü aldım. Yarışma işi strateji işidir. Opera dünyasında çok yarışma ve her yarışmanın kendi içinde ayrı bir dinamizmi vardır. A yarışmasında uyguladığınız strateji B yarışmasında işinize yaramayabilir. Bu yüzden yarışmalara girmek isteyen şancılara önerim iyi hazırlanmaları ve iyi değerlendirme yapmaları. Her zaman hedefler yüksek tutulmalı ama yarışmaların her türlü sonuca açık olduğunu ve sonuç ne olursa olsun elde edilen her deneyimin ileride size daha iyi olanaklar şeklinde döneceğini bilmeniz gerektiğine inanıyorum. 2019 Belvedere Şan Yarışmasının yarı finallerinde söylemiştim. Yarı finale çıkacağımı daha gitmeden biliyordum, final göreceğime de orada inanmıştım ama kısmet olmadı. Bugün gitsem daha başka bir repertuvarla ve o jürinin ne istediğini bilerek gideceğim için daha başka sonuçlar alacağımdan eminim. Dediğim gibi her yarışma farklı bir deneyim demektir.