12.12.2015
Kısaca “Chopin Yarışması” olarak bilinen ve adeta bir festival havasında, her beş yılda bir Ekim ayında gerçekleştirilen bu önemli olay, Chopin’in 200. doğum yılı olan 2010 yılının ertesinde 17. kez, 3 – 20 Ekim 2015 tarihleri arasında gerçekleşti. Bir kez daha yeni isimleri ön plana çıkartan ama beraberinde tartışmalar ve hayal kırıklıklarına da yol açan bu yarışmayı, Feyzi Erçin, önce internette daha sonra da Varşova’da takip etti.
Uluslararası Chopin Piyano Yarışması, müzik dünyasının en saygın yarışmalarından birisi. Piyano yarışmaları içerisinde benim fikrimce en önemlisi. İlk kez 1927 yılında yapılan yarışma, 1955 yılından beri beş senede bir yapılıyor. En başından beri, sadece Chopin’in eserlerinin seslendirildiği bir yarışma olmuş ki bu ender bulunan özellik yarışmayı müstesna kılıyor. Özellikle 1980’lere kadar yarışmayı kazanan piyanist ve hattâ derece alanların, kariyerlerinin ciddi seyir değiştirdiğini ve daha sonra dünyanın en büyük piyanistleri olarak kendilerini kabul ettirdiklerini görmek mümkün. Bu başarı hikâyeleri, menajerlerden plak firmalarının yetkililerine kadar klasik müzik camiasının yarışmaya toptan ve haklı bir ilgi duymasına sebep oluyor. Önceki seneler yarışmayı kazanan piyanistler arasında Lev Oborin, Bella Davidovich, Adam Harasiewicz, Maurizio Pollini, Martha Argerich, Kryistian Zimmermann gibi isimler var ki bunlar gelmiş geçmiş en büyük piyanistlerden. Keza Stanislav Bunin, Yundi Li, Garrick Ohlsson de yarışmayı kazananlardan, Vladimir Ashkenazy ve Mitsuko Uchida ise ikincilikler almışlar. Tanınmış katılımcı ve derece alanların isimleri bunlarla sınırlı değil.
Şüphe yok ki, bir yarışmanın prestijini yaratan ve koruyan en baş unsur jüri üyelerinin kalitesi ve saygınlığı. Chopin Yarışması bu açıdan belki de dünyanın en prestijli yarışması. Bu sene de, Polonya’da çok önemli müzikal şahsiyetler olan Andrzej Jasiński ve Piotr Paleczny gibi Polonya’nın ünlü müzik öğretmenlerinin yanı sıra, son 50 yılın en önemli piyanistlerinden bazılarını jüri koltuğunda gördük Varşova’da. Bunlar yarışmanın eski birincileri ünlü piyanistler Adam Harasiewicz, Martha Argerich, Garrick Ohlsson, Thai Son Dang ve Yundi Li başta olmak üzere, Chopin Yarışması’nın bazı geçmiş derece almış piyanistleri Dmitri Alexeev, Akiko Ebi, Nelson Goerner, Janusz Olejniczak ve Dina Yoffe idi. Şüphesiz ki, bu derece kalifiye müzisyenlerden oluşan bir jürinin tercihine saygı duymak lazım.
Yarışmaya yapılan başvuruları değerlendiren, katılımcı adaylarının yolladığı 450’den fazla CD’yi dinleyen ön jürinin elemesinin ardından 152 aday ön elemeye katılmaya hak kazanmış. Nisan ayında yapılmış seçmelerin sonunda finallere katılması uygun görülen 84 piyanist belirlenmiş. Bu piyanistler üç tur boyunca, kısmen zorunlu eserleri, kısmen zorunlu bir gruptan seçtikleri diğer yapıtları ve bazen de kendi özgür tercihlerini seslendiriyorlar. 3 Ekim’den 20 Ekim’e kadar yapılan elemeler sonunda 10 tane finalist belirleniyor ve bunlar bestecinin konçertolarından birisini seçip, üç final gününden birinde seslendiriyorlar. Daha gösterişli, belirleyici ve hattâ daha güzel olduğundan olsa gerek, bu sene de tercih Mi minör Konçerto’dan yana kullanılmıştı ve finalistlerin birisi hariç hepsi bu eseri seslendirdi.
Bu noktada belirtmeden geçemeyeceğim ki, öğrenebildiğim kadarıyla, bu yarışmaya başvurmuş, en azından başvurusu sonucunda seçmelere kabul edilmiş tek bir Türk yok. Hiçbir genç piyanistimizin kendisine böyle bir hedef dahi koymaması çok hazin. Yarışmalar her şey demek değil, bu zaten doğru. Ama nasıl olur da 17 – 30 yaş arasında tek bir kişi dahi bu yarışmanın seçmelerine katılacak arzuyu hissetmez, anlamak mümkün değil. 2010 yılında durum böyleydi, 2015 yılında da hiçbir şey değişmemiş.
Buna karşılık yarışmanın 84 adayının performanslarını dinleyince insan hemen net olarak bir şey fark ediyor. Dünyada piyanistliğin ve tekniğin geldiği nokta çok üst seviyede. Sadece final turlarını değil, Nisan’daki ön elemeleri de eksiksiz takip etmiş birisi olarak söyleyebilirim ki, tek bir kişinin takılmadığı, çok az kişinin belirgin ve rahatsız edici hatalar yaptığı 3 haftalık bir sürecin var olabilmesi, hem piyanistik olarak hem de yarışmacı dünyada gelinen nihai nokta olmalı.
Son olarak, yarışmanın özetine geçmeden şunu da belirtmeli. 2010 yılında olduğu gibi bu sene de, her bir eleme turu ve tüm yarışmayı, internetten hem canlı hem de banttan (dolayısıyla halen dahi) izlemek mümkündü. Bunun da ötesinde, bu sefer, Nisan ayındaki ön eleme turları da yayınlandı ve bunlara da ulaşmak mümkün. Dolayısıyla da Chopin Yarışması, haklı olarak övündüğü şeffaflığı son noktaya taşırken, günümüz teknolojisini de kusursuz kullandı. Aslında belirtmeli ki Chopin Institute, sadece canlı yayın değil, tüm organizasyonla, gerek biz basın mensuplarını gerekse tüm yarışmacıları ve yakınlarını kendine hayran bıraktı. Günlerce tek bir eleştirel söz duymak mümkün değildi bu organizasyonla ilgili.
İlk tur
Etüdler ve Noktürnler’in zorunlu eser olduğu ilk tur, genç piyanistlerin daha fazla elendiği, teknik ve zarafetin test edildiği bir aşamaydı.
Yarışmanın ilk turu 3 Ekim 2015 tarihinde başladı ve 7 Ekim 2015 gece yarısı sonuçlar ilan edildi. İlk turun dikkat çeken özelliği milliyetlerin dağılımıydı. 84 yarışmacının 33 tanesi “Uzakdoğu Asya”lı, yani Çin’li, Japon ve Güney Koreliydi, 14’üyse Polonyalı. Tabii ki Uzakdoğulu piyanistleri milliyetlerinden arınmışçasına sunmak yadırgatıcı ve eleştirilebilir bir bakış. Nitekim bunların tarzları arasında farklılıklar da var. Fakat 84 yarışmacının yarıdan fazlası belirgin iki kitle ve geleneğe ait olunca dikkat çekmemesi mümkün değil. Bu noktada söylemek gerekir ki, Uzakdoğu Asyalı piyanistler artık geldikleri noktada (benimki hariç) tüm önyargıları kırmışlar. Kimse bu kişilere Chopin’in müziğindeki inceliklere uzak olmaları norm imiş düşüncesiyle yaklaşmıyor. Her ne kadar ben, stil değilse de ton ve tuşe farklılıklarının var olduğunu düşünüyorsam da, bugünden sonra Chopin Yarışması’nı kazanacak piyanistlerin milliyetini tahmin etmek iyice zorlaşacak gibi gözüküyor.
İlk turda ön plana çıkan piyanistlerin en başında, yarışmanın en genç ikinci katılımcısı, Natalie Schwamova vardı.
Olgun ve sofistike olmaktan uzak olmasının bir önemi yok. Schwamova’nın piyano çalışındaki kolaylık, doğallık ve bundan aldığı keyfin yüzüne yansıması, bu genç kızın önünde bir kariyer olduğunun net habercisi. Schwamova ilk turda elendi. Gerçi çok ilerlemeyeceği belliydi, fakat ilk turda elenmesi de doğru gelmedi bana. Nitekim Argerich, Entremont, Goerner, Paleczny ve Poblocka gibi üyeler de bu fikirdeydi. Yarışmada tur atlayamamış dahi olsa, 16 yaşındaki bu yarışmacının daha 3 kez bu yarışmaya katılabileceğini düşününce, bir gün dereceye gireceğine ve ismini duyuracağına garanti gözüyle bakmak lazım.
Schwamova dışında ilk turda dikkatimi çeken piyanistler Luigi Carroccia, Seong-Jin Cho, Alexeia Mouza, Charles Richard-Hamelin, Gweorgijs Osokins, Michal Szymanowski ve Arseny Tarasevich-Nikolaev idi. Bunların içinde Cho kusursuz bir teknik ve bunun getirdiği artikülasyonun yanı sıra, klavye kontrolü, güçlü tuşesi ve rafine çalışıyla yarışmanın en büyük favorilerinden birisi olduğunu belli ediyordu. Mouza “ben yeni Argerich” olacağım tarzında, keskin, net ve kuvvetli tuşeye dayanan bir yorumla sahne alsa da tam güven vermiyor, biraz kendine hayran bırakmakla yetiniyordu.
Carroccia ve Richard-Hamelin ise, Cho’nun antitezi gibiydiler; alabildiğine müzikal, yaratıcı ve hayal gücüne dayanan... Bu arada ilk turda jürinin tüm üyelerinden tam puan alan yarışmacılar 5 kişi olup Seong-Jin Cho, Dinara Klinton, Charles Richard-Hamelin, Yike (Tony) Young ve Annie Zhou idi. Luigi Carroccia, Zhi Chao Julian Jia, Aimi Kobayashi, Mayaka Nakagawa, Georgijs Osokins, Michal Szymanowski, Arseny Tarasevich-Nikolaev ve Andrzer Wiercinski ise ilk 5’in ardından gelen 8 yarışmacıydı. Diğer bir ifadeyle ilk tur sonuçlarına göre finale en yakın adaylar bu 13 yarışmacıydı. Neticede ise, bu 13 yarışmacının 5’i finale kalacaktı.
Jüri puanlamasına göre ilk beşteki yorumcuların ilk turda seslendirdikleri eserlere bakınca, Cho’nun seçtiği üç etütteki mükemmeliyetçilik ve buna karşılık Op. 48 No. 1 Noktürn’ün samimi duygulardan yoksunluğu ve ezberlenmiş bir tuşeyle oktavlardaki milimetrik hesap ve forte illüzyonuna dayandığına dair fikrimi görebileceksiniz belki de. Carroccia, Osokins ve Szymanowski’nin aynı turdaki Op. 62 No. 1 noktürn yorumuysa, her biri farklı tarzda da olsalar, yoğun bir şiirsellik ve taze fikirler barındırıyorlardı.
İlk turdan itibaren, Cho ve Schwamowa kadar dikkat çeken bir üçüncü yarışmacı Georgijs Osokins idi.
Fark edileceği üzere, en dikkat çekici yarışmacılar dört dörtlük müzisyenlerden değil, diğer kimsede olmayan yönleri ön planda müzisyenler oluyor. Osokins, özellikle yarışmayı düzenli ve günü gününe takip eden izleyiciler tarafından hemen “yeni Pogorelich” olarak adlandırılıyordu. Osokins’in stili bir çoğumuzun zevkine hitap etmeyecektir. İkinci turda seslendirdiği Barkarol’ün giriş ölçülerinin sol elindeki non-legato hissinden başlayarak Osokins izleyiciyi daha radikal bir yoruma hazırlarken, bir yandan da kimsenin cesaret edemediği riskler alıyor, rubatolar deniyor ve aslında tüm yarışmada farklılık peşinde koşan az kişiden birisi oluyordu. Nitekim Barkarol, alışageldiğimiz müzikal anlayıştan uzak, ama benim için, nedense, beklenmedik nüanslarıyla heyecan ve gelecek vadeden bir okumaydı. Piyanist, tüm turlar boyunca, son derece tutarlı bir şekilde, kendi tavrını devam ettirdi. Osokins ile, finaldeki performansı sonrası, sonuçlar açıklanmadan önce röportaj yapabildik.
AMACIM MÜKEMMEL ÇALMAK DEĞİL, SANAT YAPMAK
FE: Nasıl hissediyorsun?
GO: Müthiş bitkin. Herkes bu yarışmayı 3 hafta olarak düşünüyor ama aslında 1 seneden uzun süren bir yarışma bu. Sadece şu fark var ki, son 3 haftası artık delilik boyutunda. Şunu da unutmamalı ki bu yarışmaya katılan birçok kişi, kendimi de bunlara dahil ediyorum, tecrübesiz ve genç. Sonuçta yaşımız kaç ki? Dün mesela, formumda değildim finalde, ama bunlar normal durumlar.
FE: Peki bu yükle nasıl başa çıkabildin?
GO: “Yarışma” kelimesini lügatimden çıkartarak. Dört adet resital verdiğimi hayal ettim. Her bir resitali de kendi içinde tutarlı birer program olarak tasarladım. Bir jürinin önünde olduğumu unutarak, kendim gibi çalmaya gayret ettim. Tanınmış üyelerden oluşan jüriler tarafından da olsa, sanatın, niteliği gereği, kısıtlanmaması, bir performansa yukarıdan, hor bakılmaması gerektiğine inanıyorum. Müzik yapmak özgürce kendini ifade etmek olmalı, her ortamda, yarışmada bile.
FE: Sen çok risk alarak, nota hatası yaparak ve ısrarla yapmaktan korkmadan çalıyor, diğer tüm yarışmacılara göre daha uçlara gitmekten kaçınmıyorsun.
GO: Eğer başka birisinin zevki için kendinize ait bir yaratıcı duygudan fedakârlık ediyorsanız, bu net kötü bir şeydir. Tabii ki farkındayım; yaptığım tehlikeli. Yarışmanın başından beri biliyorum ki, her an elenebilirdim. Fakat mümkün değil, Chopin’in müziğine muhafazakâr bir tavırla yaklaşamıyorum.
FE: Peki jürinin varlığı ve bir yargıya varması zorunluluğu sana ne hissettiriyor?
GO: Yarışmanın ruhunda tartışma ve polemik vardır. “En iyi Chopin yorumcusu”nu bulmak amaç olamaz, bu teorik olarak mümkün değil ki. 17 jüri üyesi var ve her birisi birbirinden önemli piyanistler. Dahası, her biri kendi fikrinin en iyi olduğunu düşünüyor. Bu görecelilik dünyasının merkezi gibi. Bu yönüyle hem saygı duyuyorum hem de sonuçlarla çok ilgilenmiyorum. Finalistlerin açıklandığı an otelde odamdaydım. Kendimi bir yarışmada gibi hissedip, sonuçların anons edilmesini dinlemek istemedim. Sonuçları duydum ve bir sonraki aşamada, önceki turlardaki gibi, sahneye çıkıp, kendi müziğimi yapmak istedim. Sahnedeyken zevk alıyorum ve hem kendim, hem izleyenler, hem de jüri üyeleri için müzik yapmayı amaçlıyorum.
FE: Kendi Chopin yorumunu nasıl tarif ederdin?
GO: Her parçası kendine özgü Chopin’in. Dünyasında sınırlar yok, hemen her şeyi denemiş. Bu çeşitlilik içinde amacım, her bir parçanın ana fikrini belirleyebilmek. Buradan yola çıkarak her bir resital, dolayısıyla bu yarışmada her bir turun da konseptini belirlemiş oluyorum. Bir mantık içerisinde o eserin, o resitalin kendi iç dinamiğini, kurallarını yaratıyorum, keşfediyorum. Standart ve geleneksel olmayan bir yöntem, ama ben kendimi bu şekilde ifade edebiliyorum. Neticede yarışma, kendimle ilgili bir şeyler söyleyebildiğim bir yer olmalı. Mesela üçüncü turda zorunlu olandan daha fazla sayıda vals çaldım ve bu konseptin gereğiydi.
FE: Çalışında doğaçlamaya çok yer veriyorsun gibi duyuluyor. Bu yargıya katılır mıydın, yoksa performansının büyük bir kısmı önceden planladığın tasarım çerçevesinde mi gerçekleşiyor, az önce ana fikirle ilgili söylediklerini hatırlarsak?
GO: Her performans kısmen doğaçlamadır ve olmak zorundadır. Doğaçlama yapabilmek, hattâ, bence büyüleyici bir şey. Fakat bir yandan kendi kurgumu oluştururken o parçanın en ince detayına kadar ne yapacağım da bellidir. Bu konuda bir orta yol bulmak lazım. Ben bunu kendimce şöyle buldum. Çok konser veriyorum. Bazı konserlerde daha özgür ve doğaçlama ağırlıklı, bazılarında ise katı bir şekilde planlı çalıyorum. Resital programı oturduktan sonra orta bir yol kendiliğinden ortaya çıkıyor. Fakat her halükârda doğaçlama kelimesini çok da benimseyemiyorum belki. “Spontan”, daha iyi ifade ediyor benim durumumu.
FE: Bu konuda oldukça düşünmüş gibisin ve fikirlerin net.
GO: Evet çünkü bu dediklerim Chopin’in ruhuna ve tarihsel bilgilerimize uygun. Bakın, Chopin’in nasıl çaldığını tam olarak bilemiyoruz. Tüm yazılıp çizilenler ve tariflere rağmen yüzde yüz emin olamıyoruz. Fakat kaynakları iyice tararsanız, bir şeyden çok eminiz. O da şu ki Chopin kendi eserlerini her seslendirdiğinde farklı bir şekilde seslendiriyordu. Bu yüzden Chopin yorumunda daha özgür olabiliriz diye düşünüyorum.
FE: Bu bakışla en beğendiğin Chopin yorumcuları kim?
GO: Kişisel beğenim Sergey Rahmaninof ve Ignaz Friedman diyor. Dönemimizin gittiği yeri, bir tür “neo-romantizm” olarak görüyorum ve kendi tercihlerim de bu yönde beliriyor.
FE: Yorumlarında bu isimlerden etkileniyor musun sence?
GO: Etkilenmiyorum bence, aslında ne bu isimlerden ne başkalarından. Biraz başına buyruk bir tarzım var, biliyorum. Ama demin siz de dediniz, hata yapmaktan korkmuyorum ve yapsam da üzülmüyorum. Sonuçta şu var, zaten herkesi aynı anda tatmin edemem ki! Bu imkânsız! Bunun yerine yapabileceğimin en iyisini yapmayı tercih ediyorum. Zira amacım mükemmel çalmak değil sanat yapmak.
FE: Son sorum şu. Senin için “yorum” ne demektir?
GO: Yorum, benim için, kendi dünyanı yaratmak, aslında neredeyse bir kitap yazmaktır. Şöyle düşünün, edebiyatta, yorumcu okuyucudur, kelimelere bakar ve kendi yorumunu yapar, yazardan başka bir aracı olmaksızın. Müzikteyse durum farklı. Bizler besteciyle dinleyici arasındaki rehberleriz. Bizim iletmemiz gereken bir mesaj var ve bu ancak kendi prizmamızdan geçirerek iletebileceğimiz bir mesaj. Bir eser ne zaman var olmuş sayılır? Notadaki basılı haliyle mi? Belki ancak bir müzisyen için bu durumda mevcut bir eser vardır. Dinlemedikçe izleyici için “var” denemez. Peki ya bir eserin kötü seslendirilmesine ne diyelim? O noktada bir eser var olmuş sayılır mı? Bence yine hayır. Bu sebepledir ki eser ancak iyi ve dürüst yorumcular sayesinde hayata geçer. Bir kez, Grigory Sokolov’dan bir konserde Şostakoviç dinlemiştim. O gece, o anda değişik bir şeyler tecrübe ettiğimi anladım. İlk kez Şostakoviç’in müziğini doğru anladığımı düşündüm. İşte bence yorum denilen şey oydu ve benim de amacım öyle anlar yaratabilmek.
Osokins’in röpörtajı ve samimi fikirleri, bir yandan da aldığı sonuç, şunu gösterdi: Özgün ve kendi gibi olarak çalabilen piyanistler, hem ilgi çekiyor, hem de beğeni topluyorlar. Ama bir yere kadar. Osokins hep iyi puan alsa da, her turda bir öncekine göre biraz daha geriye düştü. Finale yükseldiğinde artık jürinin genel kanısı, bu derece “kendi gibi” çalan birisinin derece almaması gerektiği olarak ortaya çıktı.
İkinci tur
Zorunlu vals ve polonezler ile ikinci turda piyanistlerin stile yaklaşımları test edilirken, bir finalist adayı da eleniyordu.
İkinci turun kendi açımdan en büyük hayal kırıklığı, Rus piyanist Arseny Tarasevich-Nikolaev’in elenmesiydi. Yarışmanın favorilerinden birisi olarak gördüğüm Tarasevich-Nikolaev, bu turda önce Op. 26 iki polonezi çalarken, bestecinin ancak daha sonraki polonezlerinde bulunan bir ritmik kararlılık ve ihtişam ortaya koyuyordu. Op. 39 Scherzo’da da dinamiklerdeki kontrastları kusursuz yakalamış, güler yüzlü denilebilecek tek scherzo’nun bu yönünü de atlamamıştı. Tüm yarışma boyunca jürinin en anlamadığım kararı oldu elenmesi. Bu beni, “beğeni” konusunun kaypaklığına dair epey bir düşünmeye sevk etti. Tarasevich-Nikolaev neden bu kadar erken elendi anlayamamıştım. Puanlar açıklanınca ilginç bir tablo ortaya çıkıyordu. İlk turda 17 jüri üyesinden 16’sının “evet” oyu verdiği piyanist, ikinci turda sadece 3 üyeden “evet” oyu alabiliyordu. Yani açıkça bir şeyler ters gitmişti. Arseny ile yarışmadan elenmesinin üzerinden bir ay geçince konuşabildik, zira beklemediği bu sonuç onu epey hırpalamıştı.
JÜRİNİN KARARI MÜZİĞE BAKIŞIMI DEĞİŞTİRMEYECEK
FE: İkinci turda neyin ters gittiğini bulabildin mi?
ATN: Açıkçası hayır. İtiraf edeyim ki ben kendi ikinci tur performansımı ilk turdakinden daha fazla beğeniyorum. Bu yüzden de jürinin tercihinden uzak durmaya ve düşünmemeye çalışıyorum. Biliyorsunuz ki bazen tercihler oldukça muğlak kriterlere dayanabiliyor. Tabii belirtmeliyim ki bir insanın kendi çalışından tatmin olması imkânsız, her zaman bir eksiklik hissi olur, ama ne ters gitti diye sorunca, hayır, bulamıyorum. Ben kendi yaptığımdan eminim. Ama yarışma yarışmadır; jüri kendi görevini yapar ben kendiminkini. Demek bir şekilde ikna olmamışlar.
FE: Peki bu yarışma seni insan ve müzisyen olarak değiştirdi mi?
ATN: Varşova’da çalmak çok güzeldi. Özellikle seyirci çok sıcak ve insana kendini iyi hissettiriyor. Bunun dışında, aldığım sonuç beni yıkmadı ve yarışma öncesinde ve yarışma için başlayan, kendimi dönüştürme sürecime devam ediyor olacağım. Umarım bu sonuç beni daha güçlü kılar. Ama kesin olan şu ki, jürinin yargısı benim müziğe bakışımı değiştirmeyecek.
Bu turda jürinin tercihlerine gelecek olursak… Seong-Jin Cho yine listenin en başında, en yüksek notları almıştı. Bu sefer ilk turda olmayan sürpriz bir isim, Kate Liu da ekleniyordu sıralamaya. Bu ikisi dışında Georgijs Osokins, Charles Richard Hamelin, Dmitriy Shishkin ve Yike (Tony) Young, ikinci turun en yüksek puan alan piyanistleriydi. İki tur bir arada değerlendirildiği zaman, ilk iki tur sonunda toplamda en iyi puanları alan ve dolayısıyla finale yakın gözüken yarışmacılar Luigi Carroccia, Seong-Jin Cho, Aimi Kobayashi, Eric Lu, Georgijs Osokins, Charles Richard-Hamelin ve Yike (Tony) Young idi. Bu isimlerden sadece birisi, o da sakatlandığı için finale çıkamayacaktı. Bu isimden, Luigi Carroccia’dan aşağıdaki başlık altında bahsedeceğiz.
İkinci turun en başarılı performanslarından birisi, finale çıkacak olan ama yarışmayı 6.lıkla bitirecek olan Dmitriy Shishkin’den geldi.
Bu turda en yüksek puanlardan birisini alan Shishkin, aynı başarıyı ilerideki iki turda göstermeyecekti. Oysa bence en güzel sonat performansı kendisinden gelmişti. Kendisinin üçüncü turda seslendirdiği, “Cenaze Marşı” sonatının son bölümündeki temposuna ve artikülasyonuna dikkat ederek, internetten bulmanız mümkün. Bunun yanında ikinci turda seslendirdiği Op. 31 Si bemol minör Scherzo’daki dramatik kısımların nasıl lirik olabileceğini, ikinci lirik kısmın ne kadar dramatik duyulabileceğini gösterişini ve figürasyonların asaletine de bakmanızı öneririm. Muhtemelen Rus geleneğine olan hayranlığım yüzünden, Shishkin 6.lıktan daha iyi bir yerde olacağını düşündüğüm piyanistlerdendi. Kendisiyle finalde Mi, minör konçertoyu seslendirmeden bir gün önce konuştuk.
FE: Finalde çalacağını düşünüyor muydun ve burada olmakla ilgili duygun nedir?
DS: Doğrusu yarışmanın başında düşünmüyordum. Fakat önceki tüm turlarda güzel çaldığıma inanıyorum. O yüzden de şu anda şahane hissediyorum. Bir de belirtmeliyim ki buradaki seyirci muhteşem bir duygu geçiriyor. O yüzden de çok mutluyum.
FE: Kendi Chopin karakterini nasıl tanımlıyorsun?
DS: Chopin’in en güzel yanlarının başında, çok farklı karakterde müzikleri olması. Dolayısıyla sorunun cevabı, tek bir karakterim yok ve karakterim çaldığım müziğe dayanıyor. Genelde çok yumuşak ve zarif, ama birçok kez de oldukça güçlü diye nitelerdim.
FE: Rus olmanın Chopin’in müziğini anlamaya olumlu bir katkısı olduğunu düşünüyor musun?
DS: Bence müzik demek matematik demek, en azından bir yere kadar. Kişinin milliyetinin bir önemi olmadığını düşünenlerdenim. Notalarda yazıyor müzik.
FE: Evet, genelde metne sadık bir tarzın var, ama özgün yorumlar da çıkartıyorsun, özellikle yarı finaldeki “Cenaze Marşı” sonatı yorumun etkileyiciydi. Bu sonatın bölümleri birbirinden o kadar farklı ki, bir bütün olarak ortaya çıkartmak oldukça güç. Bunu nasıl başardın?
DS: Benim yorumumu anlamak kolaydır diye düşünüyorum, çünkü notada yazmayan bir şey yapmamaya çalışıyorum. Bahsettiğiniz sonatın ilk bölümü, tüm çatışmalarıyla birlikte, çok yaşam dolu geliyor bana. İkinci bölümde, yani Scherzo, her şeyin dengesi alt üst oluyor. Artık bir şeyler bozuk. Sonrası zaten malum, ölüm. Son bölümünse ölmüşlerin ruhları olduğuna inanıyor ve mistik bir tarzda yorumlamaya gayret gösteriyorum.
FE: Evet, genelde herkesin hızlı çalmaya gayret ettiği bir bölüm.
DS: Hızlı çalabildiğimi ilk turda göstermiştim. Bunu tekrar göstermeye ihtiyacım yoktu. Bu son bölümde akıl almaz güzellikte modülasyonlar ve detaylar var. Onları seyirciye duyurmaktan başka amacım yoktu. Bence o müziği hızlı düşünmek imkânsız ve haksızlık.
FE: Chopin yorumlarıyla seni en çok etkileyen piyanistler kimler oldu?
DS: Bence Horowitz ve Pogorelich en iyileri. Pletnev ve Argerich’i de beğeniyorum.
FE: Son olarak, nasıl hissediyorsun, yarın sahneye son kez çıkmadan evvel?
DS: Heyecanlı!
Üçüncü tur
Sonatlar ve sadece güçlünün ayakta kalabilmesi
Luigi Carroccia ilk turda tutkulu ve her ölçüsüne hâkim olduğu bir Barcarolle yorumuyla göz doldurmuştu. Duyarlı ve müzikal bir müzisyen olduğunu ikinci turdaki Polonez-Fantazi yorumuyla da gösterdi. Hem ayakları yere basan, hem de “fantazi” kelimesinin çağrıştırdığı özgürlüğü, hayal gücünde arayan yorumu dikkat çekti. İkinci tur sonunda finalin en güçlü adaylarından olan Carroccia’nın planlarını, her müzisyenin korkulu rüyası olan bir sakatlık bozdu. İkinci tur performansının sonunda sol ön kol kaslarında enflamasyon meydana gelen Carroccia, bu tur biter bitmez, zorlukla ulaşabildiği bir doktora gitti. Doktorun ona söylediği, bir hafta boyunca piyano çalmamasıydı. Oysa 2 gün sonra yarı final konseri vardı. Carroccia doktor raporu alarak performans tarihini üçüncü tur dinletilerinin en sonuna çekebildi ancak. Kazanacağı 3 ekstra günün kolunun iyileşmesini sağlayacağını umuyordu. Bu turdaki performansını youtube’dan aramanız ve baştan sona dinlemenizi tavsiye ediyorum. Performans canlı gösterilirken, kendisinin dahi görmediği bir destek vardı youtube’daki katılımcılarda. Çektiği ıstırap yüzünden okunan, seslendirmeyi tercih ettiği Op. 28 Prelüdler’in aralarında sol kolunu silkeleyerek acıyı azaltmaya çalışan Carroccia, “galip sayılır bu yolda mağlup” oldu. Bu haline rağmen iki jüri üyesinden “evet” oyu ve finale katılma onayı alabilen Carroccia, elendi. Luigi Carroccia ve tüm yarışma boyunca en büyük desteği olan, kendisi gibi piyanist kız arkadaşı Natalie Gabrielli ile final serisi esnasında konuştuk.
FE: Bu sakatlık neden başına geldi sence?
LC: Aslında sebep Ağustos sonundaki Busoni Yarışması’na da katılmam ve iki yarışmanın çok kısa aralıklarla olması idi. Busoni Yarışması’na hazırlanmam sebebiyle Chopin Yarışması’na istediğim kadar çok çalışamamıştım. Busoni’de orkestra finali öncesindeki son turda, yani solo finallerde elendim ve finale kalamadım. Chopin Yarışması’na ancak o zaman tam konsantre olabildim. Önümde bir buçuk ay vardı. Bu zamanı iyi değerlendirmek için oldukça fazla çalıştım, normalde alıştığımdan kesinlikle daha fazla. İki yarışma arasında da hiç dinlenmedim. Üstelik bu arada konserlerim dahi vardı.
FE: Yarışmaya nasıl başlamıştın ve performansından memnun muydun?
LC: Sadece kendim olmak istedim. Sonucu hiç düşünmedim ve güzel çalmaya yoğunlaştım. İlk tur çok güzel gitti zaten. Barkarol en sevdiğim eserlerden birisi ve tam aklımdaki gibi çalabildim. Bir de Polonez-Fantezi var çok sevdiğim.
FE: Problem olduğunu ne zaman hissettin?
LC: İkinci tur esnasında. Zaten sakatlığa sebep olan çalışma tempom da biraz bu tura ilişkindi. Buradaki eserler kısmen bu yarışma için öğrendiğim yeni eserlerdi. Bu sebepten ki, bunlara daha çok çalışmam gerekmişti. Bu turdaki performansım esnasında hissettim bir şeylerin yanlış olduğunu ve sonrasında da doktora gittim hemen, zira tahammül edilmez bir ağrım oluyordu piyano çalarken.
FE: Üçüncü turdaki performansına kadar ki süreç nasıl geçti?
LC: Bir kere hiç piyano çalışamadım, çalmadım dahi. Basitçe, yasaklamıştı doktor. Kolumu hiç kullanmaz isem ancak, bir haftada geçeceğini söylemişti. Önümde üç gün vardı. Tek iyileşme yolu ise kortizon iğnesi ve dinlendirmek idi. Ben de her gün kortizon iğnesi oldum ve sadece dinlendim. Bu sebeple de üçüncü tura çıkarken, burada çaldığım parçaların hiçbirisini tekrar çalışmamış oldum. Bu durumda piyanonun başına oturduğumda çalabileceğimden dahi emin değildim.
FE: Sahneye hangi duygularla çıktın ve bitirdiğinde neler hissettin?
LC: Turu geçmeyeceğimi tahmin ediyordum, fakat yarışmadan çekilmeyi hiç istemedim. Çok destekleyen insan vardı ve içimden de çalmak, çalarak veda etmek geliyordu. Konser öncesinde tüm bu bilinmezler sebebiyle çok gergindim. Fakat bu gerginlik sahneye adım attığı anda bitti. Kendimde büyük bir güç hissettim. Çalacağım için mutlu idim. Fiziksel olarak çok zorlandım o bir saat boyunca, ama mutlu hislerle indim bittiğinde. Hiçbir aşamasında o 24 prelüdü yarım bırakmayı düşünmedim. Hep bitirmek idi hedefim ve bitirebileceğime inanıyordum. Dua ettim, sahneye adım attım ve yaşamam gerekeni yaşadım. Bu yaşadığımı, kişisel ve sanatsal gelişimimde önemli bir adım olarak görüyorum. Tamamen kendim olmak idi hedefim ve yarışmanın en başından benim için sonuna kadar bunu başardığım için mutluyum. Hayatımın şu ana kadarki en önemli dönemi idi ve bir daha yaşasam da mutsuz olmazdım.
FE: Bundan sonra seni neler bekliyor?
LC: Öncelikle dinlenmek. Çaldıktan sonra tekrar bir hafta katıksız dinlenmem gereken bir süre başladı. Ben de Natalie ile birlikte Varşova’dan ayrılmamaya karar verdim. Finalleri izleyecek gücüm yok ama zaten piyano çalmam yasak olduğu için dinlenmeme Varşova’da devam edeceğim. Bu yarışmada beni en çok etkileyen, Polonya halkının, yani sokaktaki herkesin, yarışmaya ilgisi, yarışmada çalarken seyircilerden gelen elektrik, şehrin taşıdığı ruh ve bunun yarışma ile bütünleşmesi. Bunun tadını çıkartmak istiyorum.
FE: Peki son olarak, en sevdiğin Chopin yorumcusu kim ve Michelangeli, Pollini gibi İtalyan piyanistlerin Chopin yorumlarını beğeniyor musun?
LC: En sevdiğim muhakkak Alfred Cortot. Michelangeli ve Pollini’ye hayranım, ama Chopin söz konusu olduğunda Cortot gibi daha insani bir yorumcu hoşuma gidiyor.
Luigi Carroccia 8 Mart 2016’da, İtalyan Kültür Merkezi’nde bir konser vermek üzere İstanbul’da olacak. Piyanistliğini merak ediyorsanız, Busoni Yarışması’ndaki Skryabin sonat ve Chopin Yarışması’ndaki ilk tur performansını özellikle dinlemenizi tavsiye ediyorum. Fakat üçüncü turdaki performansı, insani açıdan, her şeyin üzerinde ve yarışmanın zirve anlarından birisi bence. Luigi ve Natalie ile sohbetimiz uzarken, her ikisi de İtalya’da konser bulmanın zorlukları, konserlerin elit bir zümrenin tekelinde olması ve “doğru” ilişkiler kurmadan bu zümreye girmenin zorlukları, konser kaşelerinin ne kadar az olduğuna dair konuşma fırsatı bulduk. Bu üzücü durum, dışarıdan bakınca heyecanlı birer hayatı olduğunu sandığımız genç yarışmacıların aslında nasıl da bu yarışmalara mecbur oldukları, nelerle mücadele ettikleri ve başarılı olmanın nelere bedel olduğunu hatırlatıyordu… Üst düzey yarışmaların en belirgin yanlarından birisi, sanırım, her yönden çok yüksek bir seviyede olmadan kazanmanın imkânsız olması. Müzikalite ve teknik dahi yetmiyor, ruhen ve fiziken de güçlü olmak gerekiyor.
Bunun dışında üçüncü tura girerken ki puanlara baktığımızda Szymon Nehring ve Dmitry Shsishkin’in, yarışmanın kadın çeyrek finalistleri Dinara Klinton ve Galina Chistiakova’nın arkasında olduğunu görüyorduk. Klinton tuşesi ve pastel tonu, Chistiakova ise legatosu ve cümlelemedeki müzikalitesiyle oldukça dikkat çekiyorlardı, ancak her ikisinde de pek öyle finalde ödül alacak bir hava yoktu. Üçüncü turdaki performanslarıyla Nehring ve Shishkin bu iki piyanisti geçerek finale ulaştılar. Gerçi Klinton yarışmanın başından sonuna tekniği kaliteli, lirizmi zayıf bir imaj çizmişti. Ama küçük formlarda ve detaylarda başarılı, büyük formları ortaya çıkarmakta zorlanan Chistiakova’nın üçüncü turdaki sonat performansı belirgin bir şekilde teknik zaaflar içerdiğinden elenmesi hiç şaşırtıcı olmadı. Dolayısıyla en azından Klinton her an Jurinic, Kobayashi gibi isimlerin yerine finalde yer alabilirdi.
Gerçekten de yarışmada derece alamayan Hırvat Aljosa Jurinic, finale çıkması ilginç isimlerden biriydi.
Daha ilk turdaki etüdlerinden başlayarak kusursuz bir teknikten uzak olduğu hissini veren Jurinic’in çalışında bir yontulmamışlık, doğallık, serbesti vardı ki, yerine göre seveni olacaktı, ancak bir yarışmaya tam uymuyordu sanki. İlk turdaki Op. 27 No. 2’deki rafine yorumu hariç, Balad gibi büyük formlarda gösterişli, anıtsal jestleri ve hareketleri tercih eden tarzı, daha geleneksel yorum tercih eden izleyicilere yadırgatıcı gelebilir. Hem ikinci hem üçüncü tur sonunda, kılpayı bir üst tura çıkan bir iki yarışmacıdan biriydi. Diğer finalistlere bakınca hepsinden bir gömlek aşağıda gibiydi. Yine de anlaması en zor piyanist idi benim için. Yarışma ve değerlendirme kaygılarından arınmış bir şekilde dinleyince, Hırvat piyanistin müzikalitesi ve Chopin’e yaklaşımında sıcak, heyecanlı ve sevilesi yanlar var. Jurinic ile, müzikolog kız arkadaşı Marija Pranjic ile birlikte röportaj yaptığımızda, final provası henüz bitmiş ve akşam sahneye çıkmaya hazırlanacak idi.
FE: Burada, yani finalde olmayı bekliyor muydun?
AJ: Sadece umuyordum diyebilirim. Yarı finale çıkana kadar pek ihtimal vermiyordum. O yüzden hala biraz şaşkınım. Fakat yarı finale çıkabildiğimi görünce, finale de çıkabileceğimi hissettim.
FE: Yarışmalar ile ilgili ne düşünüyorsun, sana özellikle sormak istiyorum, zira sayıca çok kazandığın yarışma var.
AJ: Bazılarımız için bir kariyer yapma zorunluluğu olduğunu düşünüyorum. Ben bir “çocuk dahi” değildim. Kendim ispatlamamın tek yolu yarışmalar idi. Çok küçük yaşta başladım yarışmalara katılmaya. O yüzden de artık bir konserden farklı bir heyecan taşımıyorum, endişe duymuyorum yarışırken. Giderek, yarışmada dahi nasıl çalınması gerektiğine değil, nasıl çalmak istediğime yönelik çalabiliyorum eserleri ve kişisel gerçekliğimi arıyorum. Bana olumlu katkıları oldu yarışmaların, ama başkasına olumsuz katkıları daha fazla olabilir. Bence yarışmalar ile ilgili genel bir yargıya varmak, bu sebepten ötürü, mümkün değil, herkes için anlamı ve zorluğu farklıdır. Ve şunu da eklemeliyim ki, bu yarışmanın 10 tane galibi var. Hepimiz finalistiz, bir çok menajer burada, hepimizi dinlediler, içimizde beğendikleri zaten var. Dolayısıyla zaten finale kalan herkesi kazanmış olarak görmek gerektiğini düşünüyorum.
FE: Birçok yarışmada ama özellikle bunda, kişilik çok önemli. Yarışmayı kazananların belirli bir kişiliği olan ve yorumlarının tarzı tarif edilebilecek piyanistler olduğunu görüyoruz. Sen kendi kişiliğini nasıl tarif ediyorsun?
AJ: Notada yazan her şeyi yapıyorum. Ben çalarken orada yazmayan bir nüans bulamazsınız, iddia ediyorum. Ve notada yazanın çok ötesinde şeyler yapan piyanistleri sevemiyorum. Sadece yazanı yaparsanız, ama güzel yaparsanız, çok daha fazlasına ulaşıyorsunuz. Notada yazanların, yazdığı haliyle, ifade edilebileceği üst sınırı keşfetmeye çalışıyorum ve kendimi öyle tarif ederdim.
FE: Peki Hırvat olman sence Chopin’in müziğini daha iyi anlamanı sağlıyor mu?
AJ: Harika bir soru bu, çok sevdim, ve sorunun cevabı bence kesinlikle “evet”. Özellikle belirtmek isterim ki daha dün bir gazeteci bu sorunun tersini sordu ve Hırvat olduğum için Chopin müziğini daha zor anlamam gerektiğini bekliyordu. Ne saçma! Bilakis! Bakın Lehçe bilmiyorum ama neredeyse anlayabiliyorum; fonetik olarak bana en yakın dillerden birisi. Ayrıca Almanya’da yaşıyorum fakat Polonya’ya geldiğimden beri kendimi burada çok rahat hissediyorum. Benim çocukluğum, bombalanmakta olan bir şehirde geçti ölüm korkusunu hissederek. 2. Dünya Savaşı’nda Varşova Direnişi’nin ne olduğunu hissedebiliyorum. Daha da geriye gidip Chopin’in zamanındaki direniş ile de ruhsal bir yakınlığım olduğunu hissediyorum. Tuhaf gelebilir belki ama bu biraz şuna benziyor. Chopin’in piyano konçertolarını aşık olduğu birisine ithaf ettiğini bilmek bizim için yeterlidir. O kadının kim olduğunu bilmemize gerek yoktur. Çünkü hepimiz aşkı biliriz. Fakat herkes direniş ve bombalanmanın ne demek olduğunu bilmez. Ben de Chopin’in dünyasına ve Polonya’ya böyle bir tarihsel yakınlık hissediyorum. Ve o yüzden de sorunun cevabı kesinlikle “evet”.
FE: Yarışma performanslarını tekrar dinleyecek olursak, özellikle iyi veya kötü çaldığını düşündüğün parçalar veya anlar var mı?
AJ: Ne çok iyi ne çok kötü çaldığım bir an olmadı. Esasen buraya gelirken amacım en güzel performansıma ulaşmak da değildi. Amacım, aslında, ortalama bile çalsam memnun olabileceğim kadar yüksek bir seviyeye ulaşmış olmak idi yarışmanın ilk günü itibariyle, ve bunu da başardığımı düşünüyorum. Bundan sonra da bu seviyeyi tutturmayı hedefliyorum. Mesela zaaflarım var, biliyorum ve bunları saklamaya gayret etmiyorum. Yapay bir başarı istemiyorum. Ruhen en çıplak halimle burada olmak istiyorum.
FE: 2010’daki yarışmayı izlemiş miydin buraya gelmeden evvel, strateji yapmak adına?
AJ: 2010 yarışmasını o zaman izlemiştim ama tekrar izlemedim. Zira bence yarışmalar Hollywood gibi; dışarıdan görkemli ve başka bir hayat gibi gözüküyor ama buradan bakınca gayet normal aslında. Fakat 2010’da en çok Avdeeva’yı beğenmiştim ve bence haklı bir birinci idi. Samimiyetini ve notalara bağlılığını takdir ediyordum.
FE: En beğendiğin piyanistler kim ve çok kayıt dinler misin?
AJ: Tuhaf belki ama en sevdiğim piyanistlerin hepsi kadın. Annie Fischer ve burada jüri üyesi de olan hocam Dino Yoffe her bir notanın hakkını veren, müziğin akmasını sağlayan, bir yandan da spontanlık hissi veren piyanistler. Ancak şunu ifade etmeliyim ki çok fazla dinlemem çalıştığım eserleri. Mesela bu yarışmada seslendirdiğim eserleri son bir senede bir kez bile dinlememişimdir. Zira dinleyip de etkilenmemeyi mantık olarak imkansız buluyorum. Etkilenmek ve taklit etmek istemiyorum.
Jurinic, sahnedeki samimiyetini röportaja da taşırken, sadece kendi yolunda gideceğinden ötürü dahi olsa, takdiri hak ediyordu. Böyle müzisyenlerin varlığından haberdar olmak, belki de yarışmaların en güzel yanlarından biri.
Aslında bu tur itibariyle görülüyor ki üç farklı yaklaşım da zaten jüri tarafından ödüllendirilmiş. Richard Hamelin 0, Cho toplam 1, Eric Lu, Yike (Tony) Young ve Osokins ise toplam 2 olumsuz oy ile ilk beşi oluşturuyordu. Richard-Hamelin müzikalitesi, Osokins farklılığı, Cho tekniği, Lu tutarlı ve istikrarlı oluşu, Yang ise gençliğiyle prim yapmış gibiydi. Bunlar içinde benim açımdan Richard-Hamelin, Cho ve Osokins ilgi çekiyordu sadece. Jürinin teknik, orjinallik ve müzikalite arasında henüz tercih yapmış bir hali yoktu. Diğer bir ifadeyle, jürinin toplam yargısı bu üç piyanisti ayrı bir yere koyuyor ama kendi içlerinde ayrıştırmıyordu.
Yazının devamı için tıklayınız: http://www.andante.com.tr/tr/6464/Yarismalarin-Buyuk-caresizligi-2